Büyük İskender ve Diyojen aynı çağda yaşamış iki farklı figürdür. Birini anlatmanız için diğerine öteki demeniz yeterli olur. Şöyle ki, İskender dünyayı fethetmeyi kafasına koymuş bir kral iken Diyojen bir fıçıda yaşayan, dünyaya sırtını dönmüş bir filozoftu. Bu arada Diyojen aslen Sinoplu’dur. Rivayete göre babası o dönemde devletin kasasından sorumlu olan kişiymiş. Yani bugünkü merkez bankası başkanı gibi düşünün. Görevi başındayken sahte para basmakla suçlanıp ailesiyle birlikte Atina’ya sürgün edilmiş. Diyojen, Atina’ya vardıklarında o dönemin en önemli düşünürlerinden biri olan Anistehenes’i bulur ve onun öğrencisi olmayı ister. Defalarca kere reddedilmiş olsa da bu isteğinden vazgeçmez. Bir defasında onun bu ısrarcı tutumuna kızan Anistehenes elindeki sopayı göstererek gitmezse vuracağını söyler. Diyojen ısrarından yine vazgeçmez ve ona şöyle söyler: ‘’Eğer söyledikleri gibi benim senden öğreneceğim birşeyler var ise beni bundan vazgeçirecek kadar kalın bir sopayı asla bulamayacaksın’’ Bu cevaptan etkilenen Anistehenes onu öğrenciliğe kabul eder. Diyojen kısa sürede Atina’da çok tanınan biri haline gelir. Onunla ilgili birçok hikayeler anlatılır. Bir gün Diyojen iki kişinin yan yana yürüyemeyeceği kadar dar bir geçitten geçerken karşıdan gelen bir tüccar ile karşılaşır. Tüccar Diyojen'e "ben serserilere yol vermem" deyince Diyojen geri çekilip "ben veririm" der. Yine bir gün Diyojen, eğitim yapan askerlerin içinde hedefi vurmaya çalışıp sürekli ıskalayan bir okçu görünce gidip okçunun vurmaya çalıştığı hedefin önüne oturur. Okçu, Diyojen'e "neden geçip de hedefimi kapattın be adam?" diye sorunca Diyojen, okçuya "oturup dinlenecek daha güvenli bir yer bulamadım" cevabını verir. Yine gündüz vakti eline bir fener alan Diyojen sanki hiçbir şey göremiyormuş gibi feneri insanların suratına tutarak çevresine bakıp bir şeyler arıyor. En sonunda birisi gelip kendisine "gündüz vakti fenerle ne arıyorsun sen be adam?" diye sorunca "dürüst insan arıyorum" cevabını verir.
Diyojen'in bu ilginç hikayelerini duyan İskender onu görmeye gider. İskender, kendisini tanıyıp tanımadığını sorduğunda Diyojen ona, ‘’evet seni tanıyorum, sen kölemin kölesisin’’ cevabını verir. İskender, bu sözle neyi kastettiğini sorduğunda ise şöyle açıklar: ‘’Sen topraklar fethetmek için insanları öldürüyor, kadınları dul, çocukları öksüz bırakıyorsun. Sen dünyanın kölesisin oysa dünya benim kölemdir’’ der. İskender bu sefil kılıklı adamdan çok etkilenir ve ayrılmadan önce kendisinden bir isteği olup olmadığını sorar. Diyojen sakin bir tavırla tarihe geçen şu meşhur sözü söyler: ‘’Gölge etme başka ihsan istemem.’’ Tabi sonrasında İskender ziyaretlerine devam eder. Yine bir defasında Diyojen’i bir mezarın üzerinde toprağı karıştırırken görüp ne yaptığını sorar. Diyojen ona:‘’Kral Philip’in kemiklerini arıyorum ama ne yazık ki kölelerinkilerle karışmış’’ cevabını verir. Bu arada kral Philip İskender’in babasıdır. İskender daha küçük bir çocukken Kral Philip oğlunu yetiştirmesi için Aristoteles’i tutmuştur fakat bir defasında ona kızıp, ‘’Seni kovarım ve bir köle ile İskender’i yetiştiririm’’ deyince Aristoteles krala şöyle söyler: ‘’Oh ne güzel kralım! böylelikle iki tane köleniz olmuş olur’’ Yani kölenin yetiştirdiği bir çocuktan ne bekliyorsun, kölenin yetiştirdiği yine köle olur demek istemiştir. O döneme ait daha bunun gibi bir çok hikaye anlatılır. İskender ve Diyojen aynı dönemde yaşayan iki farklı insan. Birisi dünyaya hükmeden bir komutan diğeri ise fıçının içinde yaşayan bir stoacı. Burada cevaplanması gereken iki soru var. Birincisi İskender gibi büyük bir kralı Diyojen’nin ayağına getiren şey neydi ve Diyojen’in küçümseyici konuşmalarına neden katlandı? İkinci soru ise Diyojen Büyük İskender’le herhangi biriymiş gibi konuşma cesaretini nereden buldu? Aslında cevap Aristoteles’in kral Philip’e söylediği sözde saklıydı, ‘’bir kölenin yetiştirdiği yine bir köle olur’’ Oysa onları bir köle yetiştirmemişti. Birinin öğretmeni Aristoteles diğerininki ise Anistehenes’di. Onları alçak gönüllü ve özgüvenli yapan şey aldıkları eğitimdi. Biri gücünün zirvesindeyken alçakgönüllü olmayı başarabilirken diğeri bir fıçının içerisinde düşüncelerini özgürce ifade edebilecek cesarete sahipti. Görüyorsunuz, bilgi kralları ayağınıza getirebileceği gibi yaşadığınız fıçıyı da saraya dönüştürebilir. İnsan kafasının içindekilerle değerlendirilir. Kullandığınız araç, yaşadığınız ev veya sahip olduğu ünvanların hiçbir değeri yoktur. Çünkü bunlar sizin dışınızdaki şeyler olup size ait bir özellik değildir. Gerçekte size ait olan şey fikirlerinizdir.
Evinizi yıkabilirler, sahip olduğunuz diğer herşeyi sizden söküp alabilirler fakat düşüncelerinize asla dokunamazlar. İnsan değerini değer verdiği şeyden alır. İtibardan tasarruf olur; saraysız da olur yaya da olur ancak bilgisiz olmaz. Bilgiden tasarruf olmaz, bilgisiz hiçbir şey olmaz. Makam olur, mevki olur amma adam olunmaz.
GÜNÜN SÖZÜ: İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir.. (NAPOLYON)
Henüz hiç yorum yapılmamış. Şimdi ilk yorumu siz yapın!
Email adresiniz gizlenecektir. Zorunlu alanlar (*) ile işaretlenmiştir.
Geçen gün Alanya’da 56 km hızla giderken daha doğrusu gitmezken trafik cezası yedim. İşin garibi cezayı yemeden hemen önce yanımdaki arkadaşa ''Burada radar oluyor dikkat et!'' diyordum ki, 200 metre ileride yol kenarına parkedilmiş olan polis aracını fark ettim. Biraz yaklaşınca yolun ortasındaki polis memuru parmağıyla işaret ederek aracımızı kenara çekmemizi işaret etti. Hızlı gitmediğimden emi...
Formula 1 Dünya Şampiyonasının 14. ayağı olan Belçika Grand Prix'si, geçtiğimiz pazar günü meşhur Spa-Francorchamps pistinde gerçekleşti ve yarışı Mercedes pilotları ilk iki sırada tamamladılar. Fakat George Russell'ın aracının olması gereken minimum ağırlığın altında olduğu anlaşılması üzerine yarıştan sonra diskalifiye edildi. Tüm bu yaşananların ardından Mercedes takım patronu Toto Wolff, ort...
Geçen gün eski bir dostumuzla bir araya geldik. Nasılsın, nasıl gidiyor? diye sorunca kendisine: ‘’Beklenti içine girmezsen hayat güzel’’ dedim. ‘’Nasıl yani?’’ diye sordu. Mesela ben yarınla ilgili iyi ya da kötü bir düşünceye sahip değilim. Ne olacağını bekleyip göreceğim iyi şeyler olursa bunu memnuniyetle kabul eder keyfini çıkarırım, can sıkıcı sorunlarla karşılasacak olursam da üstesinden g...
Ben çocukken çevremdeki herkes büyüktü, kimine amca kimine teyze derdim,sakalı ak olanlara ise dede..Sanki o yaşta dünyaya gelmişlerdi; bugün hayatta olmasalar bile ben onları hala aynı yüzle hatırlıyorum.Zaman geçti, aynaya bakınca sanki onları görüyorum ağarmış saçlar ve eskimiş bir yüzle.Zaman reflekslerimi zayıflatmış olsa da çocukluğumdaki benle şimdiki beni yakıştırıyorum birbirine ve diyor...
Eskisi gibi kıyı köşe bir yer kalmadı, her yer kalabalık, insan kaynıyor. Öyle alıp başımı gideyim desen gideceğin yer, olduğun yerden daha problemli çünkü insanın olduğu her yer sorunlu. Bu arada fikirsiz adam yok herkes Aristo, herkes Einstein; laf anlatmak zor. Susayım desen o da kolay değil öyle saçmalıklar var ki arkanı dönüp gidemiyorsun. Hani şu seçimden sonra belediye binalarından sarkıtı...
‘Büyük bir aşk hikayesi’ adlı romanında ''Ertesi sabaha hazırlanmak, onu gelmesi için davet etmektir'' der, SusannaTamaro. Vatandaş da sanki geleceği davet etti bu seçimde. Sirenlerle limandan ayrılan bir gemi gibi uzaklaşırken hayalleri daha fazla bekleyemezdi, ya şimdi geleceği davet edecek veya sonsuza kadar onu kaybedecekti. Varlığı tartışılır hale gelen aynadaki sureti bir vedaya hazırlanmış...
Sevgili okuyucularım Nefi Kara ile yaptığım söyleşiyi köşemde yayınladıktan sonra ister istemez çevremdeki insanlardan olumlu ve olumsuz yönde eleştiriler aldım ve bunu da son derece doğal karşıladım. Herkes benim gibi düşünmek zorunda veya ben de herkesle aynı düşünmek zorunda değilim. Nefi Kara’ya özellikle sokakta konuşulan ve insanların merak ettiği konuları sordum ve o da açık yüreklilikle ce...
‘’Alkış oy değildir’ ’Napolyon’nun sözüdür. ‘’Vaat hizmet değildir’’ bu da benim sözüm. Yirmi yıldır aynı vaatleri duyunca kendimi eski bir gazeteyi okuyor gibi hissediyorum. Hep aynı şeyler, değişen bir şey yok. İyiye giden bir şey de yok, dolayısıyla bir heyecan da yok. Öyle ki hayal kırıklığı bile yok. Seçim bir an önce yapılıp bitse de, işimize baksak derdindeyiz. Gerçi iş güç de ona göre, asi...
Sevgili okuyucularım Sayın Nefi Kara ile uzun bir söyleşi yapmış ve kendisine halkın merak ettiği konular hakkında sorular sormuştum. Konuların çokluğunu dikkate alınca bir seferde yayınlamanın uygun olmayacağını düşünerek bölümler halinde yayınlamaya karar verdim. Bugün sizlerle söyleşinin ikinci kısmını paylaşacağım. Öncelikle şunu bilmenizi isterim; Nefi Bey’e soruları sorarken köşelerini a...
Yaklaşık olarak on yıldır Manavgat’ın Sesi Gazetesi’nde fahri olarak köşe yazarlığı yapmaktayım. İlk defa bu seçimde bir Belediye Başkan adayına röportaj yapma teklifinde bulundum ve Sayın Nefi KARA büyük bir incelik göstererek teklifimi kabul etti. Sorulara içtenlikle verdiği cevaplar için kendisine teşekkür ederim. SORU: Nefi Bey, siyasette özellikle de seçim dönemlerinde ‘vizyon’ sözcüğünü s...
Bu ülkede niye seçim yapıyoruz, kime niye oy veriyoruz, geleceğe dair ne bekliyoruz bilmiyorum? Ülkede herşey daha kötüye giderken sandıkta hiçbir şey değişmiyor. Kaygılarımız arttıkça sadakatimiz de artıyor. Beklentilerimizi çöpe atanları siyasetin çöplüğüne atmak yerine daha da kutsuyoruz. Sorgulamayı neden bıraktık? Bir şeye körü körüne bağlanmak insanın kendisini sorgusuzca aşağılatmasıdır, öy...
Başlığa bakınca ülkede herşeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünebilirsiniz fakat öyle değil. Masalsı diyorum çünkü masallar hayal ürünüdür ve bir mantık aranmaz. Mesela fare ormanların kralı olan aslana ders verir, akıl hocalığı yapar. Yine‘’dile benden ne dilersen’’ sözü birçok masalda karşımıza çıkar. Çünkü masallarda imkansız olan bir şey yoktur. Hayal gücü herşeyi mümkün kılar. Bulutların üz...
İnsan iki şeye galip gelemiyor, zamana ve siyasetçiye.. Zaman geleceği vaat ederken siyasetçi daha fazlasını vaat ediyor ‘’iyi bir gelecek..’’ Vaatler cek..cak..larla destekleniyor. Olacak, yapılacak, edilecek…vs. Tabi söylenildiği gibi olmuyor vaatler gerçekleşmiyor. Sonra ‘saydı’ların zamanı başlıyor. Şöyle olsaydı, böyle olsaydı; yan yattı, çamura battı vs. sonu gelmez mazeretler silsilesi, Bu ...
Kısa bir süre önce bir salgın yaşadık. Pandemi kelimesini de ilk defa covit döneminde duymuştuk. Öncesinde böyle bir kelimeyi duymuş olsaydık belki de kulağa hoş geliyor diyerek çocuklarımıza isim olarak bile düşünebilirdik. Bizim gibi özentili dikkat çekmeyi seven bir toplum için bu çok da şaşırtıcı olmazdı. Şu sıralar viral bir salgın yaşamıyor olsak da öfke pandemisi yaşıyoruz. Covit’ten onlarc...
Daha önceki yazılarımda 60.yıl ilkokuluyla ilgili gözlemlerimi ve yaşadıklarımı ifade etmiştim. Memnuniyetimi ifade edip iyi dilek temennilerinde bulunmuştum. Tabi ki günümüzde sadece temenni etmek yeterli olmuyor. Bazen işin ucundan tutmak, bazen de çözüm noktasında muhatapları bilgilendirmek, onları haberdar etmek gerekiyor. 60.Yıl ilkokulunda çocuğu okuyan veliler bilirler; kış aylarınd...