İzlediğim bir film sahnesinde şöyle bir diyalog geçti: ‘’Sevdiğimiz insanları olmasını istediğimiz insanlar olarak yeniden yaratamayız.’’ Bu sözün üzerine onlarca yıl konuşabilir veya binlerce sayfa yazı yazabiliriz ve yine de geride anlatılmayı bekleyen birçok şey kalır. Bu aslında yaşadığımız dünyanın trajedisidir. Sürekli olarak bıkmadan usanmadan ve yorulmadan bencilce yaptığımız şeydir; karşımızdakini değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışmak. İlk buluşmada övdüğümüz hayranlık duyduğumuz ve özel bulduğumuz bütün davranışları neden bir süre sonra katlanılmaz bulup değiştirmeye çalışıyoruz? Ne değişti? Ulaşılmaz gibi duran o mükemmel insan neden bir anda gözden düştü? Değişen o muydu yoksa ona olan bakışımız mı? Ne umuyorduk da neyi bulamadık? Bize vaadi neydi ki tutamadı? Ölmeden cennete mi sokacaktı bizi? O kendi halinde biriyken sinsice hayatına girip sonra bir anda hayatı ona zindan etmenin ne gibi bir açıklaması olabilir? Belki de çocukluğumuzda oyun hamurlarıyla fazla oynadık ve bu alışkanlık bize oradan kaldı; sivrilt yuvarla, yamult bunlar karakterler için de geçerli.
Davranışlarımızın kontrol edilmesi, giydiğimiz kıyafetlere karışılması ve getirilen bir takım sınırlamalar başlangıçta hoşumuza gidiyor. Biz de önemsenme, sahiplenilme hissi uyandırıyor fakat bir süre sonra bizi boğmaya başlıyor öyle ki nefes almakta bile güçlük çekiyoruz. Her an her saniye yakında veya uzakta sürekli sorgulanmak hesap vermek zorunda olmak insanda dayanılmaz bir esaret hissi oluşturuyor. Bu sorunlu davranış biçimi sevmekle açıklanamaz saplantı daha doğru bir tanım olur. Günümüzde birçok ilişki böyle, doğal seyrinde ilerlemiyor. Sürekli bir taraf diğer tarafın davranışlarını kontrol ediyor. Sizin dürüst ve namuslu olmanız karşı tarafı teskin etmiyor çünkü sorunun kaynağı siz değilsiniz. Siz, güvenilir biri olabilirsiniz fakat karşı tarafın size güvenecek cesareti yoktur çünkü o bu serbestliği verecek güçlü bir karakterden yoksundur. Ondaki eksikliğin sorumlusu siz olmasanız bile bu açmazdan kendinizi kolayca kurtaramazsınız. Saplantılı insanlardan kurtulmak o kadar kolay değildir. Maalesef ki böyle saplantılı insanların sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Evlendikten hemen sonra boşanan insanları duyunca şaşırıp, ‘’bu insanların alnına silah dayayıp zorla mı evlendirdiler. Daha kaç gün oldu da birbirlerinden sıkıldılar. Evlilikten ne bekliyorlardı ki, bu kadar büyük hayal kırıklıkları oldu’’ diye kendime hep sorardım. Artık sormuyorum.
Kendimize tapınıyoruz, kutsuyoruz kendimizi. Çok büyük anlamlar yüklüyoruz gereksiz yere. Övgüler yetmiyor tek başına ‘’en’’ ile destekliyoruz onları. Aslında ‘’en’’ herkes için geçerli, çünkü ortalama insan yok piyasada. Sıradanlığa herkes karşı, başkaldırı halinde. Güzeli tek başına kabul etmiyor kimse ‘en güzeli’ diyeceksin. Özel yetmiyor tek başına ‘en özeli’ diyeceksin. ’Benzersiz’ hakaret olarak kabul ediliyor çünkü her güzellik mukayaseye muhtaç. Birşeye benzeyeceksin ve bu benzediğin şeyin ‘en’i olacaksın. Boyuna bakılmaz ‘en’li olacaksın. Bir‘en’ var ortada bunda hemfikiriz fakat sonrası biraz tartışmalı. Siz biri hariç bütün enleri üzerinizde toplayınca karşınızdakine ‘’en çaresiz’’ olmak düşüyor. En aptalı, en korkağı, en paranoyağı ve en kontrolcü olmadığınızdan emin olun. Bazen çok enli olmamak lazım sonra yanınıza kimse sığmaz da ‘en yalnız’ siz olursunuz.
GÜNÜN SÖZÜ: Bencillik, insanın istediği gibi yaşaması değil, başkalarına da kendisi gibi yaşamayı önermesidir. (Oscar Wilde)
Henüz hiç yorum yapılmamış. Şimdi ilk yorumu siz yapın!
Email adresiniz gizlenecektir. Zorunlu alanlar (*) ile işaretlenmiştir.
‘Büyük bir aşk hikayesi’ adlı romanında ''Ertesi sabaha hazırlanmak, onu gelmesi için davet etmektir'' der, SusannaTamaro. Vatandaş da sanki geleceği davet etti bu seçimde. Sirenlerle limandan ayrılan bir gemi gibi uzaklaşırken hayalleri daha fazla bekleyemezdi, ya şimdi geleceği davet edecek veya sonsuza kadar onu kaybedecekti. Varlığı tartışılır hale gelen aynadaki sureti bir vedaya hazırlanmış...
Sevgili okuyucularım Nefi Kara ile yaptığım söyleşiyi köşemde yayınladıktan sonra ister istemez çevremdeki insanlardan olumlu ve olumsuz yönde eleştiriler aldım ve bunu da son derece doğal karşıladım. Herkes benim gibi düşünmek zorunda veya ben de herkesle aynı düşünmek zorunda değilim. Nefi Kara’ya özellikle sokakta konuşulan ve insanların merak ettiği konuları sordum ve o da açık yüreklilikle ce...
‘’Alkış oy değildir’ ’Napolyon’nun sözüdür. ‘’Vaat hizmet değildir’’ bu da benim sözüm. Yirmi yıldır aynı vaatleri duyunca kendimi eski bir gazeteyi okuyor gibi hissediyorum. Hep aynı şeyler, değişen bir şey yok. İyiye giden bir şey de yok, dolayısıyla bir heyecan da yok. Öyle ki hayal kırıklığı bile yok. Seçim bir an önce yapılıp bitse de, işimize baksak derdindeyiz. Gerçi iş güç de ona göre, asi...
Sevgili okuyucularım Sayın Nefi Kara ile uzun bir söyleşi yapmış ve kendisine halkın merak ettiği konular hakkında sorular sormuştum. Konuların çokluğunu dikkate alınca bir seferde yayınlamanın uygun olmayacağını düşünerek bölümler halinde yayınlamaya karar verdim. Bugün sizlerle söyleşinin ikinci kısmını paylaşacağım. Öncelikle şunu bilmenizi isterim; Nefi Bey’e soruları sorarken köşelerini a...
Yaklaşık olarak on yıldır Manavgat’ın Sesi Gazetesi’nde fahri olarak köşe yazarlığı yapmaktayım. İlk defa bu seçimde bir Belediye Başkan adayına röportaj yapma teklifinde bulundum ve Sayın Nefi KARA büyük bir incelik göstererek teklifimi kabul etti. Sorulara içtenlikle verdiği cevaplar için kendisine teşekkür ederim. SORU: Nefi Bey, siyasette özellikle de seçim dönemlerinde ‘vizyon’ sözcüğünü s...
Bu ülkede niye seçim yapıyoruz, kime niye oy veriyoruz, geleceğe dair ne bekliyoruz bilmiyorum? Ülkede herşey daha kötüye giderken sandıkta hiçbir şey değişmiyor. Kaygılarımız arttıkça sadakatimiz de artıyor. Beklentilerimizi çöpe atanları siyasetin çöplüğüne atmak yerine daha da kutsuyoruz. Sorgulamayı neden bıraktık? Bir şeye körü körüne bağlanmak insanın kendisini sorgusuzca aşağılatmasıdır, öy...
Başlığa bakınca ülkede herşeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünebilirsiniz fakat öyle değil. Masalsı diyorum çünkü masallar hayal ürünüdür ve bir mantık aranmaz. Mesela fare ormanların kralı olan aslana ders verir, akıl hocalığı yapar. Yine‘’dile benden ne dilersen’’ sözü birçok masalda karşımıza çıkar. Çünkü masallarda imkansız olan bir şey yoktur. Hayal gücü herşeyi mümkün kılar. Bulutların üz...
İnsan iki şeye galip gelemiyor, zamana ve siyasetçiye.. Zaman geleceği vaat ederken siyasetçi daha fazlasını vaat ediyor ‘’iyi bir gelecek..’’ Vaatler cek..cak..larla destekleniyor. Olacak, yapılacak, edilecek…vs. Tabi söylenildiği gibi olmuyor vaatler gerçekleşmiyor. Sonra ‘saydı’ların zamanı başlıyor. Şöyle olsaydı, böyle olsaydı; yan yattı, çamura battı vs. sonu gelmez mazeretler silsilesi, Bu ...
Kısa bir süre önce bir salgın yaşadık. Pandemi kelimesini de ilk defa covit döneminde duymuştuk. Öncesinde böyle bir kelimeyi duymuş olsaydık belki de kulağa hoş geliyor diyerek çocuklarımıza isim olarak bile düşünebilirdik. Bizim gibi özentili dikkat çekmeyi seven bir toplum için bu çok da şaşırtıcı olmazdı. Şu sıralar viral bir salgın yaşamıyor olsak da öfke pandemisi yaşıyoruz. Covit’ten onlarc...
Daha önceki yazılarımda 60.yıl ilkokuluyla ilgili gözlemlerimi ve yaşadıklarımı ifade etmiştim. Memnuniyetimi ifade edip iyi dilek temennilerinde bulunmuştum. Tabi ki günümüzde sadece temenni etmek yeterli olmuyor. Bazen işin ucundan tutmak, bazen de çözüm noktasında muhatapları bilgilendirmek, onları haberdar etmek gerekiyor. 60.Yıl ilkokulunda çocuğu okuyan veliler bilirler; kış aylarınd...
Büyük İskender ve Diyojen aynı çağda yaşamış iki farklı figürdür. Birini anlatmanız için diğerine öteki demeniz yeterli olur. Şöyle ki, İskender dünyayı fethetmeyi kafasına koymuş bir kral iken Diyojen bir fıçıda yaşayan, dünyaya sırtını dönmüş bir filozoftu. Bu arada Diyojen aslen Sinoplu’dur. Rivayete göre babası o dönemde devletin kasasından sorumlu olan kişiymiş. Yani bugünkü merkez bankası ba...
Sosyal medyada ayaküstü sohbetlerde sıklıklaş öyle konuşmalar yapıldığını görüyorum: ''Dediğine pişman etti, dövmekten beter etti, yerin dibine soktu, beş paralık oldu..’’ Bilerek veya bilmeyerek, aptalca veya planlı şekilde yapılan hataların ardından gösterilen tepkiler, utandırmalar veya pişmanlık gösterileri benim için bir şey ifade etmiyor. Yapılanların ifşa olması, günyüzüne çıkması, kirli ça...
Eğitimin özelleştirilmesini eleştirdiğim ‘’HER ÖZEL OLAN GÜZEL MİDİR’’ başlıklı yazımda kullandığım ifadeler sanırım yanlış anlaşılmış. Öncelikle belirtmek isterim ki, eleştirilerim asla başarılı öğrencileri kapsamamaktadır. Bir öğrenci sorumluluklarını biliyor ve öğretmenlerine karşı edep sınırını aşmıyorsa yeri başımızın üstünd...
Hani derler ya kelimler cam kırığı olur bazen sussan acıtır konuşsan kanatır. Sorun yumağı herşey. Tuhaf, garip, anlaşılmaz bir durum. Aslında konuşasın var, içine dert olan şeyler var, hazmedemediğin, seni rahat yatırmayan kızgınlıkların var, kahredip vazgeçmişliklerin var ama öyle vazgeçtim demekle bitmiyor. Yapanın yaptığı kar mı kalacak yanına diyorsun ama kalıyor. Ah...
İzlediğim bir film sahnesinde şöyle bir diyalog geçti: ‘’Sevdiğimiz insanları olmasını istediğimiz insanlar olarak yeniden yaratamayız.’’ Bu sözün üzerine onlarca yıl konuşabilir veya binlerce sayfa yazı yazabiliriz ve yine de geride anlatılmayı bekleyen birçok şey kalır. Bu aslında yaşadığımız dünyanın trajedisidir. Sürekli olara...