Türk turizminin en önemli destinasyonların başında gelen Side, M.Ö. 7. yüzyılda yerleşim merkezi olmuş ve günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Akdeniz’in incisi olan bu tarihi yarımada tarih boyunca cazibesini hiç kaybetmedi. Ulus olarak bu tarihi mirasın son sahibi olduğumuz için çok şanslıyız.
Ne yazık ki yarım asırdan fazla turizm geçmişi olan bu cennet köşesinin değerini bilemiyoruz. 1960’lı yıllarda sırt çantasıyla gezen turistler gelirdi buralara. O dönem yerel halk, onları evinde misafir eder, ekmeğini, aşını paylaşırdı. Seksenli yıllardan sonra ciddi adımlar atıldı ve bölge halkı profesyonel turizm ile tanıştı. Bir anda kıyı şeridinde çok katlı oteller yükselmeye başladı. Bölgeye gelen turist sayısında ciddi artışların olmasıyla iş gücü ihtiyacı doğdu. Yurdun dört bir yanından insanlar çalışmak için buralara akın etti. Nüfus artışı ülke ortalamasının bir hayli üzerine çıktı.
Doğrudan döviz girdisiyle ekonomiye ciddi katkı sağlayan turizm, haklı olarak bacasız sanayi adını aldı. Devlet, bu bacasız sanayiye ciddi teşvikler verdi. Sektör o kadar hızlı ilerliyordu ki oteller mantar gibi bitiyordu. O zamanlar sektörün en büyük sorun kalifiye eleman ihtiyacıydı. Yurdun her yerinde turizm liseleri ve birçok üniversitede turizmle ilgili bölümler açıldı. Aradan yarım asır geçmesine rağmen o kalifiye eleman ihtiyacı henüz çözülemedi.
Doksanlı yılların başında zengin turistlerin uğrak yeri olan Side, eski görkemli günlerini mumla arıyor. Bunun kabahatlisi ise yine biziz. Seyyar satıcı bir simidi 10 Marka sattı, marketçi suyu 2 €’ya sattı, tekstilci tişörtü 30 €’ya sattı, taksici 10 liraya gideceği yere 50 lira aldı, saatçi imitasyon saati 100 $’a sattı, derici bir ceketi 2.000 $’a sattı, kuyumcu 2000 liralık malı 20.000 €’ya sattı, halıcı bir kilimi 20.000 €’ya sattı, emlakçılar bir evi birkaç kişiye sattılar. Daha restorancıları saymadım bile. Yedikleri yemek kursağında kalan çok turist tanıyorum. Örneğin torunlarına üç top dondurma için 40 € vermek zorunda kalmış. El insaf yahu! Altı üstü üç top dondurmadan bahsediyoruz. Dört kişilik bir aile, akşam yemeği için neredeyse tatil bütçesinin yarsı kadar hesap ödemek zorunda kalmış. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama canınızı sıkmak istemem. Limandaki bazı restoranlar, müşterilerine yemeğin yanında deniz manzarası da sattılar. Evet, yanlış duymadınız, deniz manzarası sattılar. Anlayacağınız insanlarımız kısa yoldan köşeyi dönmek için ellerinden geleni yaptılar. Üstelik bunca kötülüğü yapanlar, yaptıklarını marifetmiş gibi ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Yalnız bir noktaya temas etmeden geçemeyeceğim. Bu sözünü ettiğim kötülükleri turizmin olduğu her yerde yapıyorlar. Bodrum’daki lahmacun fiyatlarını Sağır Sultan bile duydu.
“Dost acı söyler” der atalarımız. Dostlar; biz ayıbı, günahı unuttuk. Empati yeteneğini tamamen yitirdik. Bizlere atalarımızdan miras kalan öğretileri, örf âdet ve gelenekleri terk ettik. Buradan yetkililere seslenmek istiyorum. “Ülkenin kaderine doğrudan etki eden bacasız sanayiyi insafsızların merhametine bırakmayın.”
Uzun lafın kısası herkes gücü yettiği kadar baltaladı bu bacasız sanayiyi. Esnafın çoğu eski turistler artık gelmiyor diye dert yanıyor. Benim de tanıdığım çok turist var ve emin olun birçoğu yukarıda sözünü ettiğim hususlardan şikâyetçi oldukları için gelmiyorlar. Üzgünüm ama kaybedilen sadece para değildir.
Doksanlı yıllarda gelen turist profiliyle günümüz profili arasında ciddi farklılıklar var. Örneğin o yıllarda turistler akşam yemeklerine şık giyimli hanımlar, ütülü pantolon, gömlek ve boyatılmış ayakkabılarını giyen beyefendiler gelirdi. Akşam Side’ye de şık giyimli kadınlar ve erkekler gelirdi. Oysa günümüzde plajda giydiği şort ve parmak arası terlikle gezen turistleri görüyoruz. Her iki dönemi yaşayanlar bana hak verecektir. Sadece bu tablo bile bize çok şey anlatıyor.
Belki bu yazıyı okuyan bazı esnaflar ben böyle bir şey yapmadım diyebilir. Doğrudur, kendisi yapmamış olabilir. Zaten genelleme yapmıyorum ama ne yazık ki böyle tatsız vakalar yaşandı ve hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Birileri bu düzene “dur” diyebilir mi bilmiyorum ama umudum yok.
Oysa kuzeyinde cömert nehirlerin aktığı Toroslar, güneyinde masmavi Akdeniz, hemen her yerinden tarih fışkıran bu cennet köşesi hepimize yeter. Uğruna bedeller ödenen bu toprakların değerini bilmek boynumuzun borcudur.