Köşemizin bu haftaki konuğu kent edebiyatına ciddi katkı sağlayan İlçe Halk Kütüphanesi müdürü Hidayet Oktay oldu.1989 yılında Ankara Üniversitesi’nden kütüphaneci olarak mezun olduktan sonra hayatını kitaplara adadı. Kitap denince akla ilk sektörün efsane ismi Mustafa Güzelgöz, namıdiğer Eşekli Kütüphaneci gelir. Görüyorum ki Hidayet Oktay, projeleriyle onun bayrağını daha ileriye taşıyor. Böyle bir değere sahip olan kentimiz çok şanslı. Kaldı ki şanslı olan sadece kent değil, öğrenciler, yazarlar, kitapseverler ve halk da çok şanslıdır. Bugüne kadar ürettiği projelerle sayısız ödüller alan Oktay, ortaya koyduğu başarılarla yerel ve ulusal basının yanında Reuters Haber Ajansı kanalıyla birçok ülkede projelerinden söz ettirmeyi başardı. Bu vesileyle Manavgat ismi kültür ve edebiyat alanında dünyaya açılmış oldu.

Değerli hocam, kütüphaneciliğinin yanında çok iyi bir yazardır aynı zamanda. Yayınlanan bütün eserlerini okudum ve çok beğendim. Özellikle hayal dünyasının sınırlarını zorladığı Kafkas İmam isimli kitabına hayran kaldım. Eğer senaryosu yazılırsa muazzam bir film olacağına inanıyorum.
Bir yazarın en kuvvetli bağı kütüphaneyle olmalı diye düşünüyorum. Onun sayesinde kütüphane bizim ikinci evimiz oldu. Kütüphanenin müdavimlerinden şair ve yazar Halil Yıldırım’la sık sık sohbet ederiz. Bu söyleşiyi okuyan herkese kütüphaneye gidip Hidayet Bey’i tanımasını öneririm.
Aynı zamanda iyi bir eleştirmen de olan Oktay, Manavgat’ta yaşayan yazarlara gönüllü destek veriyor. Kendisine verilen her dosyayı titizlikle inceler, fikirlerini bir raporla yazara bildirir. En çok eleştirdiği yazarın ben olduğunu düşünüyorum. Onun yapıcı eleştirileri sayesinde eksiklerimi görme fırsatım oluyor. Şimdi sizin de büyük keyif alacağınız bu faydalı söyleşiyle baş başa bırakıyorum.
Yılmaz Ali: Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Hidayet Oktay: Antalya Gazipaşa’da dünyaya geldim. İlkokuldan sonra yatılı okullarda orta öğrenimimi tamamlayıp Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi’nden Kütüphaneci olarak 1989 yılında mezun oldum. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda kütüphaneci olarak mesleğe atıldım. On sekiz yıldır Manavgat ilçe Halk Kütüphanesi Müdürlüğü görevini yürütmekteyim.
Yılmaz Ali: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?
Hidayet Oktay: Yazmak bir tutkudur. Biliyorsunuz uygarlık tarihi yazı ile başlamaktadır. Bizler bu uygarlık tarihine katkı yapmak isteyen milyonlarca insandan biriyiz. Biz Türkler yazma kültüründen çok dinleme kültürü ile var olmuşuz. Halk arasında yazmak diye bir eylem olmamıştır. Yazma sadece devlet geleneğinde vardır. Bizim edebiyatçılarımızda sözlü edebiyatın örneklerini vermişlerdir. Bu bağlamda yazmak hayatta kalmaktır. Geleceğe not bırakmaktır. Kendi kendine tedavi gibidir. Sözcüklerle her şeyi yapabiliyorsunuz. Bazen bir resim, bazen bir şiir, bazen de bir roman. Ne yapmak istediğinize sadece siz karar verirsiniz. Unutmayın. Dünyadaki bilimsel gelişmeleri birileri yapacaktı. Yani Arşimet (Archimedes) olmasaydı suyun kaldırma kuvvetini birisi bulurdu. Louis Pasteur olmasaydı kuduz aşısını da birisi bulurdu. Thomas Alva Edison olmasa ampulü, birileri bulurdu. Bu bilimsel gelişmelerin önünde kimseler duramaz. Ama Fyodor Mihayloviç Dostoyevskiolmasaydı suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler olmazdı. Victor Hugo olmasaydı Sefiller, Yaşar Kemal olmasaydı İnce Memed, Orhan Kemal olmasaydı, Eskici ve Oğulları gibi edebiyat ürünleri olmazdı. İşte sanat burada bireyselleşmektedir. Sanat özelinde edebiyat yazarlarla var olmaktadır. Bu bağlamda yazmak bireysel olgu olarak çıkarken zamanla evrenselleşebilmektedir. Gönül ister ilçemizden de dünya çapında yazarlar çıksan. Ben bu dileğin yerine geleceğine yürekten inanmaktayım.
Yazmamın gerekçesini yukardaki anlatımlarımda dile getirdim. Ama yine de birkaç söz edeyim. Yazmak, insanı mutlu kılıyor onun için yazıyorum. Yazmak insanı geliştiriyor onun için yazıyorum. Yazmak, insanı dinlendiriyor, yazmak insanı geliştiriyor. Bütün bu kadar olumlu bir eylemi insanlar niçin yapmasınlar ki. Bende bunlardan dolayı yazıyorum. Üstelik yazmak çok ucuz. Herhangi bir maddesel değeri yok. Ama kazandırdığı değerler maddesel olgularla ölçümleyecek kadar çok.
Yılmaz Ali: Kaç kitabınız var? İsimleri nelerdir?
Hidayet Oktay: Kaç kitabımın olması fazla önemli değildir Ahmet Arif örneği bize kitabın sayısından çok niteliğine önem vermemizi öğretmiştir. Ahmet Arif’in bir kitabı var ama dünya çapında bir ozanımızdır.
Yine de söyleyeyim yayınlanan altı kitabım bulunmaktadır. Yayına hazır beş adet kitabım daha var. Ben para vererek kitap yayınlamaya karşıyım böyle olunca iş edebiyattan çıkıyor, ticarete dönüyor. Yayınevleri aldıkları dosyayı okumadan aynen basıyorlar. Sonuçta kitabını yayınlatan bireyimiz ‘yazar’ unvanı ile halk arısında dolaşıyor. Yalnız yazarlık sanatçılık öyle kolay kazanılan unvanlar olmasa gerek.
Ben bu tür edebiyatın gelecekte Türk Edebiyatına çok büyük zarar vereceğini düşünmekteyim. Siz kitabınızı yazın, yayınevleri eğer bu kitaptan para kazanabilecekse yatırım yapsın bassın ve dağıtımını yapsın böylece Türk Edebiyatı kültür enflasyonundan kurtulmuş olur. Yine de yazmak herkesin hakkı. Yazmanız önemli en azından yazılı bir kültürümüz oluşmakta.
Yılmaz Ali: Her yazar kendi Çukurova’sını yazar demiş duayen yazarımız Yaşar Kemal. Kitaplarınızdan da anlaşılacağı üzere siz de yaşadığınız coğrafyayı en iyi şekilde işleyen bir yazarsınız. Bu konuda geri dönüşler alıyor musunuz?
Hidayet Oktay: Evet, her yazar kendi Çukurova’sını ya da bozkırını yaratır. Bende bu coğrafyayı kaleme aldım. Yörük kültürünü, yaylaları, kaybolmaya yüz tutan binlerce yıllık Türk Kültürünü gelecek kuşaklara aktarmaya çalıştım. İnternette okuduğum bir eleştiri yazısında Doç. Dr. Unvanlı bir araştırmacı benim kitabım için aynen şöyle diyor: ‘Yazar yörük kültürü üzerine o kadar araştırma yapmış ki en az otuz, kırk tane endemik yörük kültüründe kullanılan sözcük kullanmış.’ Oysa ben o sözcükleri endemik olarak görmüyorum. Onlar bizim gündelik yaşamımızda kullandığımız sözcüklerdir.
Benim Çukurova’m, Toros Dağları. Bende orayı yazdım.
Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken gerçek yaşam hikâyelerinden etkileniyor musunuz?
Hidayet Oktay: Kim etkilenmez ki? Bir küçük öykü, hatta bir cümle kocaman bir roman yazdırabilir. Ahmetler HES direnişinin romanını yazdım. Bana bu romanı yazdıran en büyük etmen ‘Mehmetleri yediniz Ahmetleri yedirmeyiz, Diren Ahmetler’ sloganıydı. Bu slogandan üç yüzsayfalık bir roman çıktı. Yeterki siz iyi işleyin ele aldığınız konuyu. Gerisi gelecektir.
Yılmaz Ali: Siz hayatınız boyunca kitaplarla iç içe yaşadınız. Yazan biri için kütüphanede olmak muazzam bir şans olsa gerek Böyle bir ortamın yazar için avantajları var mı? Varsa bunları bizimle paylaşır mısınız?
Hidayet Oktay: Teşekkür ederim. Ben meslek yaşantımdan öncede kitaplarla birlikteydim. İnsanlar kitap okumayı sevdikten sonra mesleğinin bir önemi yoktur. Elbette benim avantajım var. Yazmama mesleğim etki ettiğini bilmiyorum, bildiğim yazmama etki eden olgunun iyi bir okur olmam. Burada bir serzenişte bulanayım. İlçemizde yazar enflasyonu var. Kentin renkli siması yazar ve şair Halil Yıldırım ve sen dışındakütüphaneye gelen yazar yok maalesef. Sizin dışında gelip de kütüphaneden kitap olmadığı gibi burada zamanda geçirmiyor. Demek ki yazar için kütüphanenin bir artısı yokmuş.
Okumayan yazamaz. Yazarsa da yavan olur. Dünyada böyle bir örnekte yoktur. Ben iyi okurum. Bunun için yazıyorumdur belki bilmiyorum.
Yılmaz Ali: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?
Hidayet Oktay: İnsan çocukluğunun nesini özlemez ki? Ben her şeyini en ince ayrıntısına kadar özlüyorum. Bitmek bilmeyen günleri, sonsuz oyunları, arkadaşları, kavgaları, mahalleyi, mahalle kültürünü, ev kültürü gibi değerleri say say bitmez. Ne günlerdi be! Bu cümleleri yazarken bile arkama yaslanıp uzaklara daldı.
Çocukluk her insanın anavatanıdır. Anavatan özlenmez mi? Hele birde bizim gibi çocukluktan çıkıp yaşlılığa doğru adım atanlar için çocukluk burnumuzdaki bitmeyen sızıdır.
Birde çocukluk kişiliğimizin şekillenmeye başladığı dönemdir. Kişi ne olacaksa o yıllarda atmış olduğun adımlarla kendini belli etmeye başlamıştır. Benim çocukluğum değil de ilk gençliğim daha hüzünlü ve öğretici geçti. O zamanı daha çok özlüyorum.
Yılmaz Ali: Muazzam bir okur olduğunuzu biliyorum. Eminim ki etkilendiğiniz çok yazar ve şair vardır. Fakat bunlar içinde hayatınıza dokunduğuna inandığınız yazarlarkimlerdir ve neden?
Hidayet Oktay: Ali öyle bir soru sordun ki, ben bu soruya en az on sayfa yazarım. Beni en çok etkileyen yazar demiyorum kitap, Mehmet Türkkan’ın yazmış olduğu ‘Güneşin katlidir’ sanırım bu yazarın başka kitabı yok. Ben görmedim. Yazarlara gelince. İnsan önce kendi kültüründen beslenmeli. Her yazar gibi bende önce şiirle başladım şiir okudum. Binlerce şiir okudum. Şiirin matematiği beni çok etkilemişti. Özellikle şiirlerini aruz vezni ile yazan Nedim, Fuzuli, Baki çok önemli bir yere sahiptir. Bunların dışında Türkçe’nin ses bayrağı Yunus Emre ve Nazım Hikmet olarak kabul edilir. Şiirden romana evirilince işin rengi değişiyor ve felsefe daha hâkim oluyor. Türk Romanında ben en başa Reşat Nuri’yi koyarım. Reşat Nuru bir başka ulusun kalemi olsaydı çoktan Nobel ödülünü alırdı. Reşat Nuri’den sonra Kemaller gelir. Orhan, Yaşar ve Tahir. En önemli kalemlerden biri de hiç kuşkusuz büyük lider Mustafa Kemal’dir. Orta Anadolu’yu ilmik ilmik işleyen Talip Apaydın’ı da anmadan geçmek istemem. Türk tarihinin usta kalemi Atsız ile Bekir Büyükarkın derken uzayıp gider liste.
Dünya edebiyatına gelince en başa Dostoyevski’yi koyarım. Çünkü. Bunu açıklamakta çok uzun bir sunum yapmam gerekir. Jack London, Stefan Zweig, Knut Hamsun, Shakespeare, Rabindranath Tagore… Ben sadece Fransız edebiyatını sevemedim. Neden bilmem. Güney Amerika edebiyatını da çok severim.
Yılmaz Ali: Sizce herkes kitap yazabilirmi? Yoksa yazmakyetenek gerektiren bir iş midir?
Hidayet Oktay: Elbette herkes kitap yazar. Öncelikle kitap yazan arkadaşlarım şuna baksınlar. Kendi kitaplarını kendileri yayıncı olsalar basarlar mı? Ya da yayınlanan kitapları ulusal kitap dağıtım ağlarında kaçar tane satmış? Bu sorulara dürüstçe karşılık versinler sonra yazdıklarını bastırıp bastırmamayı düşünsünler. Elbette herkes yazsın. Bu soruya popüler kültürden bir örnekle karşılık vereyim. Futbol dünyanın en büyük ekonomilerinden birisidir. Erkek egemenliğindeki spor dalı son yıllarda kızlarında ilgisini çekmektedir. Her erkek çocuğu sokak arasında futbol oynamıştır. Hayallerinde de birçok ünlü futbolcu vardır. Ülkemizde futbol mahalle arasından amatör lige geçmektedir. Orada da birçok katmanlar bulunmakta. 1. 2. 3. Amatör lig gibi sonra BAL ligi, SAL ligi, 3.lig, 2. Lig, 1. Ligi ve Süper lig. Bütün bu liglerde oynayan sporculardan da Milli takım seçilmektedir. Şimdi biz yazarlar edebiyat liginin hangi takanındayız? Bunu kendimize bir soralım. Mahalle arısında mı yazıyoruz amatör liglerde mi profesyonel ligde mi yoksa milli takımda mıyız? Bu bağlamdan bakınca herkes kitap yazarsa yüz yüz elli yıl sonra Türk edebiyatı diye bir şey kalmayacak. Bunu unutmayalım. Bu bağlamadan bakınca hepimize büyük sorumluluk düşmektedir.
Yılmaz Ali: Hayatımızın renkleri hobilerimizdir. Sizin hobileriniz nelerdir?
Hidayet Oktay:Hobi deyince benim aklıma sinema ile kitap geliyor. Birde spor karşılaşmalarını izlemektir. Basketbol ile futbol severek izlediğim spor dallarıdır. Bir de toprak anayla güçlü bir bağım var. Toprak cömerttir, siz ne verirseniz misliyle iade eder. Örneğin bir şeyler ekmenin ve o süreci izlemenin verdiği hazzı tarif edecek kelime bulamıyorum.
Yılmaz Ali: Kitap platformlarında eserlerinizle ilgili güzel yorumlar olduğunu biliyorum. Okurlarınızla aranızda nasıl bir bağ var?
Hidayet Oktay: İşin gerçeği, çok istememe karşın kitaplarım hakkında konuştuğum insanlar bir elin iki parmağını geçmeyecek kadar az. Onlarda çevremdeki dostlarım. Şuna inanıyorum. Kitap yurdu adlı internet sitesinde kitaplarımın satış rakamlarına bakınca iyi bir okur kitlemin olduğuna inanıyorum. Lisede arkadaşlarım bana Dostoyevski derlerdi. Son zamanlarda kalemimi Yaşar Kemal ile benzetiyorlar. Bunlar benim için büyük mutluluk. Okurlarım ile aramdaki sözcükler hiç kesilmesin yeter. Onlarla bir türlü bağ kurarız. Görüşmesek de biryerler de okunuyor olmak büyük mutluluk. Bütün kitaplarım neredeyse bir yıl içinde bütün baskıları bittiğine göre okur kitlem iyi sayılır. Hepsine sonsuz teşekkürler.
Yılmaz Ali: Yazın hayatınızdaki hedefiniz nedir?
Hidayet Oktay: Kendime bir hedef koymadım. Ben yazmayı seviyorum. Ama bir bakarsın farklı mecralara evirilmişiz. Zaman ne gösterir bilemem. Kafkas İmam kitabımın çok güzel bir film olacağını çok arkadaşım dile getirdi. Filme aktarılırsa benim ve ilçemiz için büyük bir onur olur.
Yılmaz Ali: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için ne yapıyorsunuz?
Hidayet Oktay: İnsanlar ne iş yaparsa yapsın mutlukla zorlandığı anlar olur. Ben yazmaya başlamadan önce kafamda o kitabı onlarca kez okur, yazarım. Yani kafamda maçı kazanırım sonra yazmaya başlarım. Böyle olunca zorlandığım anlar olmadı. Çünkü ben dağarcığımdan taşmaya başlamadan bir şey yazmam. Ama dağarcığımı doldurmak için zorlandığım anlar çok oldu. Ruh halim direk tekilidir yazdıklarımla. Moralim bozuk olduğu zaman yazmamaya çalışırım. Sözcüklerin ve cümlelerin tadı olmuyor o anlarda. Zorla yapılan işin tadı olmaz onun için zorlandığım zamanlarda kesinlikle yazmam. Acelem yok çünkü iyice olgunlaşsın sonra zaten kendiliğinden akmaya başlıyor. Yazmaya başlayınca yıllar önce televizyonda izlediğimiz buz pateni yarışları vardı. Avusturyalı bir patenci vardı öyle hızlı kayardı ki bende yazmaya başlayınca sanki harfler kaçacakmış gibi çok hızlı yazarım. Acelem yok ama sözcükler arka arkaya sıralanınca onlara yetişmek zor oluyor. Sanki sözcüklerde bir maraton yarışının son metrelerinde birbirini geçmeye çalışan atletler gibi aceleyle dökülürler parmaklarımdan. Aralarından en iyisini seçip alıyorum sonra eserlerim ortaya çıkıyor. Yazmak değilde düzeltmek gerçekten zor. Sonu yok çünkü düzeltmenin.
Yılmaz Ali: Türkiye’deki okuma oranlarının düşük olduğunu en iyi bilenlerden biri sizsiniz. Bunu aşmak için sayısız proje ürettiniz ve bu projelerle sayısız ödüller aldınız. Yeni projelerle baş koyduğunuz bu yolda ilerlemeye devam ediyorsunuz. Her fırsatta bir kişinin bile kitapla buluşması önemlidir diyorsunuz. Okuma oranlarının arttırılması için ne gibi önerileriniz olacak?
Hidayet Oktay: Teşekkür ederim. TRT Antalya Radyosundan aradılar. Bana dediler ki Antalya’da kitap deyince aklımıza siz geliyorsunuz. Bu benim için büyük onur. Ben şunu diyorum çocuklar çok iyi kopyacılardır. Neyi görürlerse onu kopya ederler. Anne babalar, öğretmenler, hatta esnaf okumazsa toplum okumaz. Öncelikle aileden başlamalıdır kitap okumak. Eğer ailede kitap okunmuyorsa sadece birkaç kişiye dokunabilirsiniz. Sonrası yoktur. Projelerle okuma oranı arttırılmaz. Devlet politikası olmadığı sürece biz buralarda debelenir dururuz. En azından iki kuşak geçmesi lazım okuma kültürümüzün oluşması için. Yoksa hiçbir şey yapamayız. Sadece günü kurtarırız.
Yılmaz Ali: Yeni yazarlara ve yazar adaylarına neler tavsiye edersiniz?
Hidayet Oktay: Öncelikle heybelerini doldursunlar. Dağarcığı, heybesi dolu olmayanlar yazamaz. Yazarlarsa zorlama olur. Tatsız tuzsuz olur. Okusunlar, okusunlar, okusunlar. Sonra yine okusunlar. Size kimse silah dayamıyor kitap yazın diye. Şiir yazın. Şiire kimse bir şey diyemez. Çünkü şiir tek kişilik bir sanattır. Ancak roman bambaşka bir yere sahiptir. Eğer roman yazacaklarsa çok iyi matematik ve tarih bilmeliler. Kurguda yapılacak bir küçük hata bütün kitabın akışını değiştirebilir. Yazdıklarını mutlaka ama mutlaka başkaları okusun ve mümkünse senin yazdığını bilmeyen birileri okusan. Gerekirse para ile okusunlar ama kesinlikle sizin yazdığınızı bilmesinler. Çünkü insanlar sizin yüzünüze eksiklerinizi söylemekte cesur değillerdir. Birde yayınevlerine göndermeyin yazdıklarınızı. Onlar hiç okumadan sizden para alıp yayınlama peşindedirler. Bütün bunlardan sonra yazdığınızı beğeniyorsanız artık olmuştur. Sizin beğenmeniz en büyük ölçüttür. İnsan kendi yazdığını beğenmezse niçin yazsın ki? Umudunuzu kırmayın gençler. Yazın ama mutlaka birçok filtreden geçirin. Öğretmenleriniz ve ailenize okutursanız olumsuz bir şey beklemeyin. Ve o sözlere kanmayın.
Yılmaz Ali: Hidayet OKTAY için edebiyat nedir. Edebiyatsız bir dünyada yaşamak ister miydi?
Hidayet Oktay: Edebiyat edepli oturup kalkmanın eserler le dile getirilmesi sanatıdır. Sanatın amiral gemisidir. Kendi içinde birçok dala ayrılan kocaman bir ormandır. İlk insanlardan bugüne uzanan köklü bir bilim dalıdır. Lisede öğrencilerin sıkıntılı anlarındaki bir gülümseme, gençlerin aşklarını dile getirdiği bir dize, yaşlıların huzur içinde zaman geçirdikleri kitap sayfalarıdır. Edebiyat yaşamın tam kendisidir.
Edebiyatsız bir dünyada kim yaşamak ister ki? Sanırım kimseler. Şöyle bir çevrenize bakın, yaşadığınız kentin her yanında edebiyatın izleri vardır. Trafik ışıklarından binaların yapımına, evinizin içindeki kanepelere kadar edebiyatın bizlere vermiş olduğu zenginliği görmekteyiz. Bunun için edebiyatsız bir dünyada yaşanmaz. Yaşayanlarda acı çekiyorlardır. Edebiyatın varlığı en güzel ceza ve tutuk evlerinde kendisini göstermektedir. Zaman ve mekânın olmadığı yerlerde edebiyat derinliğinde insanlar mutluluğu ve huzuru bulabilmektedirler. Allah kimseyi edebiyatsız bırakmasın.
Yılmaz Ali: Sizin açınızdan edebiyatın amiral gemisi nedir.
Hidayet Oktay: Edebiyatın amiral gemisi elbette romandır. Bu sorunun değişik zaman dilimlerinde karşılığı da değişmiştir. Etrafımıza baktığımız zaman ülkemizde birçok antik tiyatro bulunmaktadır. Bundan 2-3 bin yıl önce edebiyatın amiral gemisinin tiyatro olduğunu düşünüyorum. Ki antik kentlerin hepsinde kocaman tiyatrolar bulunmaktadır. Daha sonra tiyatronun yerini şiir almış ama benim için roman edebiyatın en önemli dalıdır.
Yılmaz Ali: Sizi etkileyen Türk ve Dünya yazınındaki önemli kalemler kimlerdir. Neden? Birde Türk edebiyat tarihinde ki en önemli romancı ile şair kimdir. Neden?
Hidayet Oktay: Her yazarın etkilendiği yazarlar vardır. Ben bir yazar ve kütüphaneci olarak diğer yazar arkadaşlardan ayrılmaktayım. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim. Her yazar ana dilinde yazan yazarlardan etkilenmektedir. Çünkü onların anlatımı kendi dünyasını daha yakındır. Bunun yanında dünya yazının önemli kalemleri de insanları etkiler. Bizim insanımıza sorsalar boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz diye % 90’a yakını kitap okurum der. Aynı insana sorsanız kimleri okuyorsunuz diye bir şey söyleyemez. Bir toplum kendi edebiyatına bu kadar yabancı olur mu? Oluyor.
Türk edebiyatında romancı olarak Reşat Nuri Güntekin, çok büyük bir edebiyatçıdır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk romanının gerçek anlamda bayraktarıdır. Sonra Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal. Yaşar Kemal’i okumayan Torosları, Anadolu’yu anlayabilir mi? Anlayamaz. Türk romanını bunlar domino ederken, şiir de çok daha başarılı kalemlerimiz vardır. Karacaoğlan, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve en önemlisi dilimizin dünyaya açılan penceresi Nazım Hikmet. Attila İlhan gibi ozanlarımız Türk şiirini yüceltmişlerdir.
Dünya yazınına gelince, Rus edebiyatına özel bir ilgim var. Onlar içinde de tartışmasız favorim Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’dir. Bunun dışında Jack London’ın eserleri bir insanı yazarlığa doğru sürüklemektedir. Şairlerden ise Shakespeare, Rabindranath Tagore, Edgar Allan Poe’nin şiirlerini sevmişimdir.
Yılmaz Ali: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hidayet Oktay: Teşekkür ederim kalbini kırdığım arkadaşlarım varsa hepsinden özür dilerim ama lütfen söylediklerimi aklıselim olarak bir kez daha düşünün.
Saygılarımla.