Haftanın konuğu: Selman Bilgili

Yılmaz Ali: Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Selman Bilgili: 14 Nisan 1986’da Siirt’te dünyaya geldim. Süleyman Demirel Üniversitesi Muhasebe Meslek Yüksekokulundan mezun olduktan sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinde lisans eğitimimi tamamladım. Ayrıca yine Anadolu Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulundan mezun oldum. Çocukluk yıllarımdan itibaren memleketim Siirt’te çalıştığım, geniş ailemize ait olan kitapevinde; Türk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı ve İslam eserleri ile kalem sahiplerini okuma şansı elde ettim. Okuduğum edebiyat yazın çeşitleri arasında ise şiiri hayatımın büyük bir parçası olacak şekilde hem düşünce hem de his yönüyle belirledim ve bu alanda tekâmül etmeye çalıştım. Veya belki de şiir beni seçti, doğrusunu kim bilebilir? Kitaplarla ve şiirlerle iç içe geçmiş bir hayat yaşıyorum ve yaşamayı sürdürme emelindeyim. Antalya’da ikamet ediyorum.

Yılmaz Ali: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?

Selman Bilgili: İlk şiirimi, memleketim Siirt’ten ailesinin tayini nedeniyle ayrılan ve sonradan aldığım duyum üzerine vefat ettiğini öğrendiğim okul arkadaşım için ortaokul çağlarımda yazmıştım. Sonra memleketim Siirt’e de yazdım. Şiir serüvenimiz böylece başlamış oldu.

Yılmaz Ali: Kaç kitabınız var ve isimleri nelerdir?

Selman Bilgili: Bugüne kadar “Kitap’sız Şiirler” , “Ateşten Kalbe” ve “Dividimin Ucunda 3 – Sinemizden Hareler – Öykü ve Şiir” antolojilerinde şiirlerim yayımlandı. Ayrıca “Ateşten Hikayeler” isimli hikâye antolojisi kitabında bir hikayem yer aldı. 2021 yılında şahsıma ait olan “İthaf” isimli ilk şiir kitabım yayınlandı. Bunların haricinde ülke çapında aylık ve süreli yayın yapan “Hece Taşları” , “Gergef” , “Telmih” ve “Fehva-i Cedid” dergilerinde şiirlerim yayımlandı. 2026 yılına yaklaştığımız şu günlerde ikinci şiir kitabımı yayımlamak üzere çalışmalarımı heyecan içinde sürdürüyorum.

Yılmaz Ali: Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin, hangi ortamda kendinizi daha verimli buluyorsunuz?

Selman Bilgili: Bu sorunun cevabı şairden şaire değişir kanımca. Kimi şairler içinde bulunduğu her türlü ortamda yazabileceği gibi kimi şairler ise sessiz bir ortamı, şiir yazmanın olmazsa olmazı olarak görürler. Ben de kendi namıma, sessiz bir ortam haricinde yazamam. Yazdığım şiiri hissedip iyi odaklanmam gerektiği için sessizlik bana can suyudur. Ciddi manada bir şiir yazımı peşine düşmüşsem en sevdiğim ortam, kitaplığımın ve yatağımın bir arada kurulu olduğu şahsi odamdır. Yazdığım vakit aralığına gelince ise değişkenlik gösterebiliyor ancak gecenin baskın bir sırrı vardır ve nedense gece, şiirleri güzel kılar diye hissediyorum.

Yılmaz Ali: Sanat, gerçek yaşamın ana temasıdır. Şiirlerinizi yazarken gerçek yaşam öykülerinden etkileniyor musunuz?

Selman Bilgili: Yukarıda arz ettiğim gibi, şiiri ilk defa yaşamın belki de en önemli ana teması ve zıddı olan ölüm üzerine kaleme almıştım. Üstelik çocuktum. Bu sorunuzun cevabını kesinlikle karşılamış oluyordur.  Sonra bütün duygularımız, düşüncelerimiz, hedeflerimiz, ülkülerimiz, amaçlarımız, akıl yürüttüklerimiz, anlamaya çalıştıklarımız, belki de öncüsü olmaya çalıştıklarımız veya yitirdiğimiz her şey kati suretle şiirin konusu olabilir. Şair, bütün bunları belki de başkası adına da şiirde yapabilen kişidir. Ben şiirlerimde hayatımda yaşadığım veya tanığı olduğum duygu ve düşünceleri, iyi veya kötü hissettiklerimi, düşünce ve ruh dünyama ait konuları işledim. Kavram şeklinde sıralarsam; “dava, kavga, sevda” kelimelerinin baskın etkisi şiirimi tetikler. Hangi dava, ne için kavga ve mecaziden ilahiye yol alan, yol alması gereken sevda kıvrımları şiirimin ana taşıyıcı kolonlarıdır.

Yılmaz Ali: Şiir yazarken duygu yoğunluğu yaşıyor musunuz?

Selman Bilgili: Kesinlikle evet. Zaten başka türlü yazmak mümkün değil benim için. Neler hissediyorum? Neler hissetmiyorum ki? Yazılan şiir hangi konuyu işlemişse ve işleyecekse, şiirin yazarı bu noktada riyakâr bir duygu bütünlemesine kapılmamalıdır. Bu onun şiirinin sonu olur. Kendini bir başkasının yerine koyabilmek çok ayrı bir konudur ve iyidir. Ancak duygu taklidi gerçek duygunun yerini tutamaz. O sebeple konu her neyse onu iliklerine kadar kalbinde ve beyninde hissetmelidir. İçindeymiş gibi hissetmek de haramdır şaire, yaşamalıdır onu. …Miş gibi …Mış gibi hissettiklerini yazmazsa daha iyi olacaktır.

Yılmaz Ali: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?

Selman Bilgili: Özlem… Ben 90 lı yılların çocukluğundan 2000 li yılların gençliğine doğru uzanan “Y kuşağı” diye tanımlanan nesildenim. Çok özlüyorum; çocukluğumun Siirt’inde çamurdan telsiz, bakır telden tekerlek, tahtadan ve metal bilye karışımından araba yapmayı, mahalleler arası çift kale futbol maçı yapmayı, sırayla anlatılan fıkralara gülmeyi, tekerleme yarışmalarını, sakızlardan çıkan Yeşilçam film kahramanlarının resimlerini biriktirmeyi, akşam ezanı okunurken anne ve babalarımızın “- çocuklar haydi eve artık”… diye seslenmesini, dedelerimizin peygamber ve veli kıssalarını, ninelerimizin masal ve özdeyişlerini dinlemeyi özlüyorum.

Ve çok özlüyorum; gençliğimin Siirt’inde, her mübarek Ramazan ayı arifesinde şehrin en yüksek tepelerinde müjdeleyici Ramazan ateşlerinin yakılıp onun etrafında akranlarla kol kola dönmeyi, bu sırada ilahiler, ezgiler, marşlar ve yer yer türküler söyleyip birlikte sahur yapmayı, bağ ve bostanlarda yapılan çalışma ve gezinti günlerinde hanımların su ihtiyacını karşılamak üzere Botan Çayına at sırtında gidip bidonlarla su doldurmayı, çelik gibi ve hoyrat suda kulaç atmayı, kaplıca kaçamaklarını, kesme kaldırım taşlı dar sokakları, yakın komşuluk ilişkilerini, yaz aylarında geniş bahçeli kerpiç ve cas evlerin damlarında gece uykuya dalana dek parlak yıldız kümelerini izlemeyi ve en parlak yıldızı seçmek için akranlarla tartışmayı ve elbette sıkı dostlar arasında gizli bir hazinenin anahtarı gibi korunan, muhataplarının zerre kadar bilgisinin bulunmadığı, gerçi bilse bile muhtemelen ilgisinin olmayacağı, tamamı hevesten müteşekkil ve platonik olan ilk gençliğin saf aşklarını… İşte böyle… Hafıza yaş aldıkça genişleyip çok şeyi özletiyor. Memleketimi son görüşümde, maalesef artık bunların hiçbirinin yaşanmadığını gördüm.

Yılmaz Ali: Etkilendiğiniz şairler kimlerdir ve neden?

Selman Bilgili: Ben genel anlamda bütün dünya şiiri ve şairleri ile Türk şiiri ve şairleri üzerinde okuma yaptım diyebilirim. Halen de yapmaya devam ediyorum. Bu açıdan evvela Türk şairlere değinirsem; elbette şiirin ve divanın babası Fuzuli, Nef’i, Nabi, günümüze doğru geldikçe Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Faruk Nafiz Çamlıbel, Abdurrahim Karakoç, Bahattin Karakoç, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli daha yakın sürede Atilla İlhan, Hilmi Yavuz, İsmet Özel ve Nurullah Genç ve Süleyman Çobanoğlu şiirde bana keyif ve acı veren başat şairlerdir. Açıkçası hece şairleri benim için daha önceliklidir. Yabancı şairlerde Shakespeare, Goethe, Edgar Allan Poe, Baudelaire, Aragon, Neruda, Tagore, Rimbaud, Mahmut Derviş, Nizar Kabbani, Füruğ Ferruhzad ve diğer kaliteli isimler… Saymakla bitmez ki… Bu isimler Türk ve Dünya Edebiyatını derinden sarsabilmiş, yeni yöntemler ve etkiler oluşturabilmiş, özgün kimliğe varmış kalem sahipleridir. Uzunca nedenleri bu şairlerin şiirlerinde zaten saklıdır. Her okuyucu kendi okuyup kendi nedenini bulsun diyelim.

Yılmaz Ali: Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yoksa yazmak yetenek gerektiren bir iş midir?

Selman Bilgili: Yazmasına yazar elbette ama yanlış bir eyleme tekabül eder. Belki öncelikle şahsi defterlere karalama noktasından başlanabilir. Gel gelelim; yazma işine girişmeden evvel kılı kırk yararcasına müktesebat sahibi olmalıdır insanlar. Bu sebeple seçkin yazarlardan ve kitaplardan başlamak üzere misal yerindeyse deliler gibi okumak lazımdır. Okumadan yazılan kitap onu okuyacak kitlenin dışında bizzat sahibine de zarar getirebilir. Okumadan yazmak görmeden yürümeye benzer. Bir yere kadar ilerleyebilirsiniz ama kaza kaçınılmazdır. Yazmak kesinlikle yetenek ister ancak bu yetenek büyük ölçekte okumakla beslenir.  

Yılmaz Ali:  Hobileriniz nelerdir?

Selman Bilgili: Söyleşimizin konusu olduğu üzere elbette kitap ve şiir okumak sonra yüzmek, doğada yürümek, spor yapmak, mümkün mertebe tiyatro oyunlarını takip etmek, arada bir seçkin sinema filmlerine bakmak, müzik dinlemek, çok kalabalık olmamak kaydıyla dostlarla seyahate çıkmak diyebilirim. Bir de özellikle kendimi kendime ayırdığım yalnızlık vakitlerini seviyorum. Çünkü tefekkür perdesini aralıyor bende.

Yılmaz Ali: Edebiyat hayatınızdaki amaç ve hedefiniz nedir?

Selman Bilgili: Bu soruyu şiir üzerinden yanıtlayabilirim. Şiir yazmanın hem şair açısından hem de içinde yaşadığı topluma hitabı açısından elbette amaçları ve hedefleri vardır. Ama bazen sadece kendi kişiliğini gerçekleştirmek ve şahsi duygu ve düşüncelerini ortaya koymak amacıyla da yazılabilir şiir. Benim şiirimi kaleme almamdaki amaçlarım; sırf sevdiğim için hayat serüveninde heybemde daima şiir bulundurmak, içinde yaşadığım topluma atalarımızın geçmişte bıraktığı sözlü veya yazılı gelenekten izler damıtarak tarih ve bugün arasında köprü vazifesi görmek, bazen rahatlatmak çoğu zaman da rahatsız etmektir diyebilirim.  Hedeflerim ise; gök kubbede güzel bir ses bırakmak, gelecek nesillerin kalbinde, zihninde, duygu ve düşüncelerinde kalıcı izler ve sözler bırakmak, aşktan utanmamayı, sorumluluktan kaçınmamayı zerre kadar da olsa öğrenebilmek ve öğretebilmek ya bir yol bulmak ya da bir yol açmak ve kimsenin kendisinden kaçamayacağı ölüm günü geldiğinde iyi bir insan olarak anılmaktır.

Özellikle gençler tarafından: “-Davası uğruna kavgaya sevdayla koşardı. Bunu da şiirle ortaya koyardı. Ruhu şad olsun.” cümlesine muhatap olup kabri başında hayır duaları ve Fatihalar ile anılmaktır hedefim. Amacım hedefine ulaşmış olur. Başka bir şey istemem daha ne olsun.

Yılmaz Ali: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için neler yapıyorsunuz?

Selman Bilgili: Kesinlikle oluyor, olmaz mı? Bazen aylara ve neredeyse yıla varıp bir şey üretemediğim dönemlerim oldu. İşlenen konu ve ona ait ruh, kalp, düşünce ile duygu yoğunluğunun kalem sahibini hangi yoğunlukta esir alabileceğine ve zorlayabileceğine bakar o mevzu. Bazen insan istese de kalem sallayamıyor. Bir yerlerde ya bir şeyler eksik ya da bir şeyler fazla hissine kapılıyor. Veya işleyeceği konuyu tam hissedip damıtamıyor. Bu durumda yukarıda zikrettiğim hobilerime sarılırım. Ve ille de bir şeyler yazmak için kendimi zorlamam. Bazen uzaklaşmak iyidir. Perspektifi tam görmenizi sağlar. Dingin bir zihin menziline girildiğinde zaten şiir kapınızı tekrar çalar ve uzun süre sizi boş bırakmaz. Bende bu şekilde tezahür ediyor. Kısa bir sürede başlayıp tamamladığım şiirlerim de oldu. Demini bulmadığını hissettiğim için aylarca ve hatta bazısı yılları alan, vaktini bekleyen şiirlerim de oldu.

Yılmaz Ali: Türkiye’deki okuma oranları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Selman Bilgili: Maalesef ülkemizde her çeşit eser az okunuyor. Kitap ve çeşitlerini okumak gibi bir alışkanlığımız yok. Daha doğrusu vardı ama küreselleşen ve gittikçe teknolojiye boğulan dünya gündeminde var olan oran da eriyip gitti. Son zamanlarda yapılan istatistiklerde Türkiye’nin dünya çapındaki okuma oranının çok düşük olduğuna dair haberler şahsımı üzmüştü. Tabi bütün bu süreç içerisinde şiir de payını aldı. Lüks yaşamı salık veren modernite bir bakıma geleneğin bir parçası olan şiiri büyük kısmiyle boğmuş oldu. Beni şiir kitabı çıkarmaya cesaretlendiren şey ise söylediklerimin aksine okuma oranından çok yazma oranının revaçta olduğu bir döneme girdiğimize şahit olmaktı. Okumayan ama sürekli yazan bir kalabalık içinde buldum kendimi. Bu açıdan baktığımda ben hem okuyan hem de okuduklarını özümseyip yazabilen orta düzey biri olarak görebildim diyebilirim kendimi. Bir de emsallerime baktığımda şiirlerimi fena bulmadım. Beni herkesin terk ettiği veya etmeye hazırlandığı ata mirasında ısrarla kalmayı istemek ve bunun temsil vazifesini yapmak aşkı okumaya ve yazmaya teşvik etti. 

Yılmaz Ali: Yeni şair ve şair adaylarına neler tavsiye edersiniz?

Selman Bilgili: Yeni şiir ve şair adayları demişken, buraya bağlı olarak son dönemde çokça kavramlara rastlıyorum. “Günümüz gençliği” , “zamane insanı” , “Z kuşağı gençler”… efendim bunlar söz dinlemez, uslanmaz, utanmaz, arlanmaz, haylaz ve milletine, toplumuna asi kimselermiş. Ellerinden yazmak da dahil hiç iyi bir şey gelmezmiş. İyi de bugünün ihtiyarları dünün gençleri değiller miydi? Sanki burada bir ihaleyi bir gruba bırakıp aradan sıyrılma çabası var. Bu son derece yanlış bir tutumdur. Eğer gençlerde bir problem varsa bu onların büyüklerinden de kaynaklanmaktadır. Demek ki; iyi ilgilenilmemiştir. Gençlerin şiire bakışına gelince; bence sanıldığı kadar kötü durumda değiller. Benim şahit olduğum nice genç kalem bugün, geçmişten esintiler alıp yeni bir üslup geliştirmeye gayret ediyor. Az da olsa örnekler var. Daha doğru yöntemlerle ve yılmadan yeniyi, özgün olanı aramaya devam etmelidir yeni şair ve yazar arkadaşlarımız. Kesinlikle bir yol ve kişilik bulacaklar, ben buna kefilim. Okumak, okumak, okumak ve nihayet yazmaktan vazgeçmesinler. Şiir bir şeklide yoluna devam edecektir. O da gençlerle olacak. Ben onlara yürekten inanıyorum.

Yılmaz Ali: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Selman Bilgili: Şiir, dünya ve insanlık tarihiyle birlikte var olduğu ve o kadar eski olduğu için, onun hakkında söylenecek birkaç söz kâfi olmayacaktır. Şiirin bizim dünyamızdaki ana konusu Allah, İnsan ve Kâinat üçgeninde olup biten her şeydir. Biz Müslüman Türk Milletiyiz. Dünyada da tanımlı kimliğimiz bu şekildedir. Millet mensubiyeti olarak şiire bakarsak, şiir bizim milletimizin günlük yaşayışı ile birlikte canlı yaşadığından dilimiz Türkçeyle et ve tırnak gibi iç içe geçmiştir. Batı dünyası da şiirle hemhâldır ancak bizi yani Doğu dünyasını onlardan ayıran en belirgin milli özellik “duygusallık” birikiminin hayata yön vermede köklü oluşudur. Batı dünyasında ise daha çok “deneysellik” birikimi hayatı yönlendirici konumdadır. Dolayısıyla duygusallık birikimi şarkı, şiir, tekerleme, mâni, masal gibi çabuk aklıda kalacak ibretlik sözlere tekabül eder. Bunun kanıtı olarak; işte Orta Asya bozkırlarındaki ve çöllerindeki yazıt ve dikitlerimiz, işte Oğuz Kağan, Bilge Kağan ve Tonyukuk gibi kadim ve nice liderlerimizin şiir şeklinde millete hitaben taşa kazıdıkları yazılı nasihatleri, işte kahramanlara ismini veren, kalpağıyla ve kopuzuyla nasihati şiir eden Dede Korkut ve sonrasındakiler ve daha niceleri halen gönül dünyamızda yaşıyor. Ve inanç mensubiyeti olarak şiire bakarsak; işte son kutsal vahiy Kuranı Kerim’in insanlar anlasın ve etkisini arttırsın diye kullandığı şiirli ve belagat sahibi sanatlı dili. Şiir insandır, insan şiirdir. İç içe geçmiştir. Çünkü şiir manevi şahsiyet olarak iyidir, iyilerdendir, kalbe şifadır. Ona biraz derinlemesine bakmak gereklidir. Sizi kendisine, kendisini de size muhakkak açar. Bu noktada son derece cömerttir. Var olsun şiir!

            Konuk ettiğiniz ve sabırla dinlediğiniz için en samimi teşekkürlerimi sunuyorum.

Saygılarımla

Yılmaz Ali