Yazar İsmail Demirtaş

Merhaba kitap dostlarım. Köşemizin bu haftaki konuğu yazar İsmail Demirtaş oldu. O bir matematik öğretmeni olmanın yanında edebiyata tutkuyla bağlı bir yazar. Onun yazma hikâyesi tamamen başka. Çünkü Türk edebiyatının duayen isimlerinden Fakir Baykurt’un köylüsü olur. Böylesi koca bir çınarın gölgesinde büyümüş bir bilgedir İsmail Demirtaş hocam. O da tıpkı Fakir Baykurt gibi Anadolu ve Anadolu köylüsünü kaleme alan bir yazar. Bugüne kadar yayınlanan bütün kitaplarını severek okudum ve gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Şimdi sizleri hocamızla yaptığımız söyleşiyle baş başa bırakıyorum.

Yılmaz Ali: Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

İsmail Demirtaş: Büyük üstat Fakir Baykurt’un dediği gibi “O, yüksek göklerin altındaki topraklarda” 1970 yılının Ekim ayının on sekizinde Burdur ili Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy Köyü’nde ikiz kız kardeşimle dünyaya gelmişim. 1994 yılında üniversite öğrenimimi bitirerek aynı yıl öğretmen olarak atandım. Hâlen Burdur TOBB Ortaokulu’nda matematik öğretmeni olarak çalışmaktayım. Evli ve iki çocuk babasıyım.

Yılmaz Ali: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?

İsmail  Demirtaş: Doğrusunu söylemek gerekirse benim kitap çıkarma gibi bir düşüncem yoktu. Pandeminin başladığı dönemde evde sıkıntıdan olsa gerek bir şeyler yazmaya başladım. Bu yazdıklarımı sosyal medya üzerinden kısa kısa paylaşıyordum. Baktım ki okuyan birçok dost güzel duygularıyla dönüş alınca ben de cesaretimi toplayıp yazdığım öykülerimi kitaplaştırmak için bir yola çıktım. İşte yazarlık böyle başladı. Ancak şunu da itiraf edeyim ki üniversite yıllarımda yazdığım şiirlerimin birkaçı bir edebiyat dergisinde yayınlanmaya değer gördü. Sanırım kalemimin mayası o yıllardan geliyor…

Yılmaz Ali : Kaç kitabınız var? İsimleri nelerdir?

İsmail Demirtaş: Yazarlık hayatıma başladığım ilk çalışmam “Kerpiç Ev” adlı öykü kitabım ile “Şah-Eserim Yarışması” ikincilik ödülünü kazandım. Eserim, aynı yıl ikinci baskısını, kısa bir aradan sonra da 3. baskısını yaptı. 2024 yılında yayımlanan 4. baskısını, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü tarafından okunacak kitapla listesine alınarak, okuyuculara ulaşabilmesi için kendi bünyesindeki kütüphanelerine dağıtma isteğini de yayınevimden aldım.

“Madenin Soğuk Teni” adlı romanım ise Ocak 2022 tarihinde yayımlandı. O da bir yıl gibi kısa bir süre içinde 3. baskısına ulaşarak okuyucularımla buluştu.

“Ertelenmiş Umutlar” adlı şiir kitabım da kısa sürede 2. baskısını yaptı.

“Ezik Yüreklerin İsyanı” adlı romanım 2024 yılının başlarında çıkardı. Beğeniyle karşılanan kitabın iki ay içinde yeni baskısı yayımlandı

Son olarak “Eksik Öykü” romanım2024 yılının son çeyreğinde okurlarıyla buluşturdu. 2025’in ilk çeyreğinde de 2. Baskısını yaptı.

Bu arada burada ilk defa söylüyorum; bu ay sonunda da “Bitmeyen Çile Orak Tarlası” derleme romanım çıkacak.

Yılmaz Ali: Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin, hangi ortamda kendinizi daha verimli buluyorsunuz?

İsmail Demirtaş: Yazmak için ortamdan önce derlemeye önem veririm. Ben hayatımda ilgi çeken her şeyi anlık not almasını sevenlerdenim. Bu notları öykülerimde, romanlarımda satırlar arasına serpiştirmek için uygun zamanı beklerim. Yeni bir kitap çıkarma fikri oluştuğunda kafamda, oturur yazarım. Elbette yazarken kendimle baş başa kalabileceğim bir ortam ararım. Gecenin derinliğinde yüreğimin sesiyle yazmayı severim…

Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken gerçek yaşam öykülerinden etkileniyor musunuz?

İsmail Demirtaş: Bence benim gibi her yazar mutlaka yazdıklarında toplumsal gerçekçilik üzerinden biraz kırıntılar alır. Bu gerçekçiliği serpiştirirken ister istemez bazen kendi yaşam öykülerimizi bile işleyiveririz.

Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken duygu yoğunluğu yaşıyor musunuz?

İsmail Demirtaş: Eğer yazdıklarının içinde nefes alamıyorsan, okur zaten kitabı okurken nefes almakta zorlanır ve yapıtını öldürür. Sen yazdıklarınla yaşayacaksın ki okurda okuduklarıyla yaşasın ve yapıtını yaşatsın. Duygu yoğunluğu olayın kurgusuna göre değişir. Ama her yapıtta mutlaka yazarın yaşadığı bir duygu yoğunluğu vardır.

Yılmaz Ali: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?

İsmail Demirtaş: Çocukluğumun her yönünü özlüyorum. Ama en çok da anamın elinden bir dürüm ekmek yemeyi çok özledim.

Yılmaz Ali: Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?

İsmail Demirtaş: Elimden geldiği kadar sadece öykü değil roman ve deneme yazılarını da takip etmeye çalışıyorum. Şu an odamda yaklaşık 3000 kitaptan oluşan bir kütüphanem mevcut. Zaten okuyamazsan yazamazsın. Yazmanın ilk koşulu okumaktır. Ama köy kalemlerini okurken benim de kalemim şekillendi desem yalan olmaz. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Samim Kocagöz, Dursun Akçam, Talip Apaydın köy enstitüsü geleneğinden gelen yazarları okudum. Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Halide Edip Adıvar ve Zülfü Livaneli’nin tüm eserlerini okudum. Halit Ziya Uşaklıgil, Hasan Ali Toptaş, Erdal Öz, Ayfer Tunç, Şermin Yaşar, Yekta Kopan, Yılmaz Ali ve Ersin Bilge gibi yazarların kitaplarını da okudum.

Rus edebiyatına saygı duymakla beraber Tolstoy, Gorki ve Dostoyevski,  başta olmak üzere birçok Rus yazarın kitaplarını okudum. İsmini yazamadığım yazarlarımıza haksızlık olmasını istemiyorum ama aklıma ilk gelenler bunlar.

Yılmaz Ali: Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yoksa yazmak yetenek gerektiren bir iş midir?

İsmail Demirtaş: Ben okumayı yazmayı öğrendim tamam diyen hiçbir insan kitap yazamaz. Ama benim öğreneceğim ve yazacağım çok şey var diyen herkes kıyısından köşesinden bir şeyler karalar. Bu karaladıkları çevrede beğenilirse yavaş yavaş kendini bu yolda geliştirilir ve yazar. Fakat herkes yazabilir dedimse tabi ki edebi yönden yazmak cesaret ve yetenek gerektirir diye düşünüyorum.

Yılmaz Ali:  Hobileriniz nelerdir?

İsmail Demirtaş: Hobi demeyelim de mesleğim gereği, matematik alanındaki gelişmeleri takip ediyorum. Eğitim ve Öğretim alanındaki gelişmeleri artı ve eksi yönleriyle izlemeye çalışıyorum. Özellikle kitap okumak, çiçek yetiştirmek ve bitki bakımı özel zevklerim arasında.

Yılmaz Ali: Edebiyat yaşamınızdaki hedefiniz nedir?

İsmail Demirtaş: Hedefim aslında hedefsizlik. Hedef koyarsam kıskaca alınmış hissederim kendimi. Yazabildiğim yere kadar devam diyelim…

Yılmaz Ali: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için neler yapıyorsunuz?

İsmail Demirtaş:  Mutlaka her işin zorluğu olduğu gibi yazmanında zorlukları vardır. Bunlardan en önemlisi öyle bir yere gelirsin ki kalem tutulur kalır elinde. Bir harf çıkmaz ucundan. Öfkeyle terk edersin çalışma masanı. Evet, böyle anlar yaşadım ve halen yaşamaktayım. Ama şunu öğrendim ki sakin olunmalı ve kalemini küsmemeli onu da küstürmemelisin. Açık havada dolaşıp dinlenmelisin, başını yastığa koyup uyumaya çalışmalısın, uyumalısın demiyorum çünkü başına yastığa koyduğumda aklıma çok şey gelir be yazmaya devam ederim… Bunun örnekleri aslında kişiden kişiye değiştiği için çok bir öneride bulunmak istemiyorum…

Yılmaz Ali: Türkiye’deki okuma oranları hakkında ne düşünüyorsunuz?

İsmail Demirtaş: Aslında “neden okuma oranımız düşük?” sorusunun nedenleri üzerine konuşmamız gerekiyor. Üzülerek söylemek istiyorum ki ülkemizde okuma yok ki oranı olsun.

Yılmaz Ali: Yeni yazarlara ve yazar adaylarına neler tavsiye edersiniz?

İsmail Demirtaş: Öncelikle yazmak için okuyun, hem de çok okuyun. Buradan yeri gelmişken kendi üzerimden örneklerle naçizane birkaç tavsiyede bulanayım: Mesela ben; karakterler konuya, mekâna ve yaptığı role göre uyumlu olmasını dikkat ederim. Örneğin köydeki sözü nazı geçen bir dedeye kalkıp da günümüz modern isimlerinden birini verirseniz (Yiğit Can. gibi) o karakter oraya oturmaz. Karakter oluştururken önce yazacağın romanın ya da öykünün konusuna hâkim olmalısınız. Zaten yazar olarak ağırlığını öykü üzerinde hissettirirsen eğer, kalem karakterleri kendi oluşturacaktır meraklanmayın…

Yazar hikâyenin neresinde durmalı? Soruna önem verin derim…

Bu soru cevaplaması hem kolay hem çok zor bir soru diyebilirim. Yazarın tutumuna ve yazma tekniğine bağlıda diyebiliriz. Bazen öğretici nitelikte bir yapıt ortaya koyarsanız yazar her tarafta yer alır.

Bana sorarsanız öykü ve romanlarımda nerede yer aldığımı olayın akışına kapılmış, elimde kalemim yazarken her anın içindeyim. Her olayı yaşamalıyım. Zaten yazarken, öykünün içine girip yaşayamazsak yazar olarak, okurda hiçbir zaman içine girip yaşayamayacaktır yazdıklarınızın. Dolayısıyla yazdığın öykü ilgi çekmeyecek ve havada asılı kalacaktır. Size bir örnek vereyim. Kerpiç Ev öykü kitabımı yazarken oradaki Sel isimli öyküyü yazarken ağlamaya başlamışım. Sadece o değil hemen hemen hepsinde aynı duyguyla yazdım. Benim ağladığım sırada eşim odama gelmiş. Ben farkında bile değilim ve hala ağlamaktayım. O an bana “İsmail ne oldu, neden ağlıyorsun?” dediğini işitince kendime geldim. Kitap çıkıp okurların eline geçtiğinde birçok okurum bana dönüş yaptı. Hepsi de benim ağladığım yerlerde onların da ağladığını söylediklerini duydum. Demek ki yazar yaşarken yaşayamazsa olay örgüsünü, okurda yaşayamaz…

Aslında yazar müdahale edip ders vermemeli yazdıklarında. Çünkü sanat ders vermez sanattan ders çıkartılır…

Yılmaz Ali: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

İsmail Demirtaş: Zaman ayırıp bana köşenizde yer verdiğiniz için yürekten teşekkür ederim. Çakışmalarınızda başarılar diliyorum.