Merhaba “Bu Kentte Sanat var, Sanatçı Var “köşesi takipçileri.
Ben Manavgat İlçe Halk Kütüphanesi müdürü Hidayet Oktay. Severek takip ettiğim köşemizin bu haftaki konuğu Manavgat’ın önemli kalemlerinden Yılmaz Ali oldu.

Türk kültüründe ‘İnsan kıyafeti ile karşılanır sohbete ile ağırlanır’ diye veciz bir söz vardır. İşte Yılmaz Ali, tam bu sözün karşılığı gibidir. O yaradılışı gereği insanları gülen yüzü ve aydınlık bakışlarıyla karşılamaktadır. Bu ilk izlenim onu sosyal iletişimde bir sıfır gibi skorla maça başlatmakta. Yüzündeki o aydınlık bakış ve gülümseyen gözler kalemine yansımakta, okuyanlara bilgi, samimiyet olarak geri dönmektedir.
Kaleme aldığı biyografik romanlarla ilçemizdeki bir açığı kapatan Yılmaz Ali, insanın yüreğini sızlatan hikâyelerle kitaplarını desteklemektedir.
Uzun yıllardır ilçemizde turizm sektöründe hizmet veren yazarımız, kitaplarını buradan beslendiği hikâyelerle destekleyerek Türk kültürünü evrensel anlamda yaptığı katkıyla adeta bir kültür elçisi misyonu üstlenmiştir. İngilizceye çevirdiği “I Soffie” isimli kitabı dünyanın birçok ülkesinde kitap raflarında ülkemizin adını onurlandırmaktadır. Eline, kalemine ve yüreğine sağlık diyorum.
Yılmaz Ali’den bunca yıl yaşayıp gönül verdiği bu kentte iz bırakan birinin romanını yazmasını bekliyoruz. Kıymetli kitap dostlarım, şimdi sizleri Yılmaz Ali ile gerçekleştirdiğimiz bu samimi söyleşiyle başbaşa bırakıyorum.
Saygılarımla Hidayet Oktay
Hidayet Oktay: Yılmaz Ali kimdir?
Yılmaz Ali: 02 Şubat 1974 Gaziantep doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Gaziantep’te, yükseköğrenimi ise Atatürk Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’nde tamamladım. Türkiye Yazarlar Birliği üyesiyim ve 2015 yılından beri roman yazıyorum. Çocukluğumdan beri yabancı dillere özel ilgim var. İngilizce-Türkçe dillerinde yeminli tercümanlık belgesi sahibiyim. Aynı zamanda Almanca’yı iyi derecede İsveç’çe ve Norveç’çeyi ise orta seviyede konuşabiliyorum.
1997-2002 yılları arasında özel bir kursta İngilizce dersleri verdim. 2012-2015 yılları arasında bir Avrupa Birliği projesinde tercüman ve koordinatör olarak görev aldım. 2015/ 2022 arası bir Danimarka firmasına (NİRAS AS) fizibilite danışmanlığı yaptım. Son üç yıldır kendimi tamamen kitaplarıma verdim.
Hidayet Oktay: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?
Yılmaz Ali: Ortaokuldaki edebiyat öğretmenim Hasan Aydın, bir kompozisyon ödevi verdi. Dört sayfadan oluşan ödevimi çok beğendi ve bana “Senden iyi bir hikâye anlatıcısı olur.” demişti. Belki de hayatım boyunca unutmadığım bu sözdür beni edebiyat mecrasına taşıyan. Ancak beni reel anlamda yazmaya iten olay ise köyümüzdeki iki yaşlının, öğretmenimize Fransız işgaliyle ilgili anlattığı bir hikâyeydi. Zihnimde derin yer edinen o kahramanlık hikâyesini duyduğumda henüz ilkokul 3. Sınıf öğrencisiydim. 2015 yılında etkisinde kaldığım bu hikâyeyi yazmaya karar verdim. İlk başlarda birkaç sayfa yazıp bırakmayı düşünüyordum ama yazdıkça bu işin bende tutku hâline geldiğini fark ettim. Daha sonra bunu romanlaştırmaya karar verdim ve sonuçta ortaya Hanan Bey isimli kitap çıktı. O günden sonra severek yazıyorum. Sanırım beni mutlu eden yazma eylemi hayatım boyunca sürdüreceğim.
Hidayet Oktay: Ne tarz kitaplar yazıyorsunuz? Yayınlanmış eserleriniz hangileridir?
Yılmaz Ali: Ben roman yazarıyım ve gerçek yaşam hikayelerini kaleme almayı çok seviyorum. Bugüne kadar yayınlanmış beş kitabım var. Yayınlanan ilk kitabım kanser hastası İsveçli bir kadının dramını anlatan “Ben Soffie” oldu. Hanan Bey isimli kitabım, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan Fransız işgalini konu alıyor. Üçüncü kitabımda da Fransız işgalini işledim. “Kefen Giymiş Kale” isimli bu kitap, Antep kent savunmasını anlatıyor. Dördüncü kitabım “Almancı”, adından da anlaşılacağı üzere Almanya’da yarım asrını geçiren bir gurbetçinin sıra dışı yaşam öyküsünü anlatıyor. Son kitabım “Tokatçı” ise ipe sapa gelmez bir dolandırıcının yaşam öyküsünü konu alıyor. Bu arada İngilizceye çevrilen Ben Soffie isimli kitabım İsveç ve İngiltere’de “I Soffie” adıyla okuruyla buluştu. I Soffie aynı zamanda bütün dünyada elektronik kitap olarak temin edilebiliyor.
Yakında bir çocuk öykü kitabım yayınlanacak. Ayrıca yıl sonuna doğru iki roman daha yayınlamayı”planlıyorum.
Hidayet Oktay:”Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin, hangi ortamda kendinizi daha verimli buluyorsunuz?
Yılmaz Ali:”Yazmak farklı bir eylemdir. Ben roman yazarıyım. Bir romanı yazmak için ciddi bir mühendisliğe ihtiyaç vardır. Örneğin üç yüz sayfalık romanda isimler, kahramanların karakterleri, fiziksel özellikleri, meziyetleri ve eksik yanlarını çok iyi hesaplamanız gerekiyor. Öte yandan olay örgüsünde hata olmamalı. Bütün bunları göz önünde bulundurduğunuzda bir roman yazarının kendisiyle baş başa kalacağı bir ortama ihtiyacı vardır. Birçok arkadaşımın da ifade ettiği gibi ben de sessiz bir ortamı tercih ediyorum. Kendime ait bir ofisim var ancak ben mutfakta yazmayı çok seviyorum. Genelde geceleri el ayak çekildikten sonra bilgisayarın başına geçerim.
Hidayet Oktay: Kitaplarınızı yazarken gerçek yaşam öykülerinden etkileniyor musunuz?
Yılmaz Ali: Ben zaten bütün romanlarımda gerçek yaşam öykülerini işliyorum. Oldum olası yaşanmış insan hikâyelerinden etkilenirim. Çocukluğumdan beri insanlarla sohbet etmeyi ve onların hikâyelerini dinlemeyi severim. İlginç bulduğum hikâyeleri bir kitapta kullanmak üzere heybeme koyuyorum. Kaldı ki sadece edebiyat değil, sanatın her dalının gerçek yaşam öykülerinden ilham aldığını düşünüyorum. En nihayetinde bu sanatı icra eden kişiler hayatın içinden geliyorlar.
Hidayet Oktay: Kitaplarınızı yazarken duygu yoğunluğu yaşıyor musunuz?
Yılmaz Ali: Mevzu gerçek yaşam hikâyeleri olunca duygu yoğunluğu da oluyor hâliyle. Bir yazar işlediği konuyu iliklerine kadar hissetmezse bunu okura aktarmakta güçlük çeker. Kimi kitapta sebepsiz yere güldüğümüz olduğu gibi, bazen de gözyaşlarımıza hâkim olamıyoruz. Örnek vermek gerekirse; Kefen Giymiş Kale isimli kitabımda işgal altındaki vatanı için mücadele etmek isteyen Baraklı Azap Osman’ın hazin yaşam öyküsü beni çok etkilemişti. Bu olay beni o kadar derinden sarstı ki gözyaşlarıma hâkim olamadım. Kitap yayınlanana dek kendimi Azap Osman’a borçlu hissettim. Almancı kitabımda Cevdet Bey’i yazarken de çok duygulandım. Tokatçı isimli kitabımda da beni hayrete düşüren çok olay olmuştu. Hanan Bey kitabında ise küçük Ali’nin vefatı beni derinden sarsmıştı.
Hidayet Oktay: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?
Yılmaz Ali: Çocukluk denince nedense aklıma peşinde onlarca vagon sürükleyen tren gelir. Hicaz Demiryolları köyümüzün önünden geçiyor. Genelde yük taşıyan trenin katarlarında nadiren de olsa yolcu vagonları da olurdu. Trenin sesini duyunca hemen yola koşardık. Trenle seyahat eden birinin el sallaması bizi mutlu ederdi. Düşünün ufacık bir şeyle mutlu olan çocuklardık biz. Köyümüzün önünde dümdüz bir alan vardı. Belki abartılı gelecek ama yemyeşil çimlerle kaplı harika bir futbol sahamız vardı. Okuldan gelince bir şeyler atıştırıp hemen top oynamaya koşardık. Hava kararsa da gözlerimiz topu ayırt edene dek oynardık. Keyifle oynadığımız çelik çomak, kılıç, dama, dokuztaş ve daha ismini sayamadığım onlarca oyunumuz vardı. Köyümüz krom madeni bakımından çok zengin rezervlere sahiptir. Dolayısıyla köyün geçim kaynaklarından biri de madencilikti. Kardeş gibi büyüdüğümüz Mustafa adında bir arkadaşım vardı. Onunla krom madeni toplayıp köyün bakkalına satardık. Biraz lokum ve birkaç bisküvi aldık mı bizden mutlusu yoktu. Üzgünüm ama günümüz çocuklarının bizim kadar mutlu olamadıklarını düşünüyorum.
Hidayet Oktay: Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?
Yılmaz Ali: Bu harika bir soru. Severek okuduğum ve her eserinde bana zenginlik katan o kadar çok yazar var ki; bunu birkaç isimle sınırlamak mümkün değil. Ancak yine de isim vermek gerekirse Türk edebiyatından Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Ayşe Kulin, Volkan Erbaş, Veli Güven, Zülfü Livaneli ve Orhan Kemal’i sayabilirim. Yabancı yazarlar içinde Khaled Hosseini, Aravind Adiga, Tolstoy, Dostoyevski ve Jack London’ı sayabilirim. Öte yandan sizin Kafkas İmam isimli kitabını çok beğeniyorum. Aslında bu liste uzadıkça uzar ama bir yerde durmak gerekiyor.
Hidayet Oktay: Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yoksa yazmak yetenek gerektiren bir iş midir?
Yılmaz Ali: Açıkçası bunun bir kriteri veya kısıtlaması yoktur. Hepinizin de gördüğü gibi günümüz koşullarında herkes kitap basabiliyor. Ancak basılan her kitap nitelikli eser muamelesi görmez. Bu konuda yetenek çok önemli ancak o da tek başına bir şey ifade etmez. Öncelikle yazmak için ciddi bir birikim yapmak gerekiyor. Örneğin yazmak isteyen kişin bolca okumalı. Öte yandan analiz yeteneği yüksek olmalı. Çevresinde olup biteni iyi gözlemlemeli. En önemlisi de hiçbir kişi, kurum, etnik köken, mezhep ve ideolojinin temsilcisi olmamalı. Yani bir yazarın hedef kitlesi dünya üzerinde okuma yazma bilen her insan olmalı.
Hidayet Oktay: İnsanı hayatın olağan akışının dışına çıkaran keyifli uğraşlar vardır. Sizin keyif aldığınız uğraşlar var mı?
Yılmaz Ali: Seyahat etmek en büyük tutkum diyebilirim. Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi, yeni insanlar ve farklı kültürleri tanımayı çok severim. Kitap okumak da önde gelen hobilerim arasında yer alır. Film ve belgesel izlemek de sevdiğim şeylerdir. Herkesin içinde oyuna hevesli bir çocuk vardır elbette. Benim içimdeki çocuk da tavla oynamayı çok sever.
Hidayet Oktay: Yazın hayatınızdaki hedefiniz nedir?
Yılmaz Ali: Yazarlık hesapsız çıktığım bir yoldur. Ancak bugüne kadar iyi işlere imza attığımı düşünüyorum. Bu alanda tek bir hedefim yok ama bütün kitaplarımın yabancı dillere çevrilip farklı ülkelerde okunmasını isterim. Ben Soffie ile bunu bir nebze başardım ama hedefim daha büyük diyebilirim. Kitaplarımdan alıntı yapılması, bir yerlerde kitabımdan bölümler anlatılması ve hatta karakterler üzerinden tartışma yaratılması beni mutlu ediyor. Dilerim daha fazla okur kitaplarımdan alıntı yaparlar.
Hidayet Oktay: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için neler yapıyorsunuz?
Yılmaz Ali: Daha önce de belirttiğim gibi roman yazarlığı ciddi bir mühendislik ister. Bazen hikâye örgüsünde taşlar yerine oturmaz veya olay akışı sizi tatmin etmez. İşte o zaman bir arayış içine girersiniz. Bu her yazar gibi benim de arada yaşadığım bir durum. Bu süreçte yazmaya ara verir, kendimi farklı uğraşlara veririm. Ancak ne yapıyorsam yapayım aklımın bir köşesi yazdığım kitapta olur hep. Öyle bir an gelir ve o düğüm çözülür. Kimileri bu duruma ilham geldi der. İşte o an hemen bilgisayarımın başına geçip kaldığım yerden yazmaya devam ederim.
Hidayet Oktay: Türkiye’deki okuma oranları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yılmaz Ali: Bu, çoklu paydaşları ilgilendiren bir konudur. Ülkelerin okuma oranlarını gösteren istatistikleri verip canınızı sıkmak istemiyorum. Ancak kitaplarla aramızdaki bağı güçlendirmek için yapmamız gereken çok iş var. İşe bireyin etrafında rol model olan ebeveynlerden başlamak gerekiyor. Okumayan anne ve baba çocukları için iyi bir rol model olabilir mi? İşte birinci mesele okuma alışkanlığını aileden başlatıp toplumun geniş bölümlerine yaymaktır. Ancak bu tek başına çözüm değildir.
Bir diğer mesele de nitelikle eserler ortaya koymaktır. Mesela okuru nitelikli eserlerle buluşturmak için yayınlanan her kitabın bir komisyondan geçmesi gerekiyor. Kitap sevgisi çocuk yaşta aşılanmalıdır. Bu anlamda bireyin kitapla buluştuğu çocuk edebiyatına özen göstermemiz gerekiyor.
Ne yazık ki devletin resmi kuruluşu TUİK verileri ve yapılan araştırmalarda kitap, temel ihtiyaç listesinin sonlarında yer alıyor. Bunu sebebi eğitim sitemindeki eksiklikler, ekonomik koşullar ve içinde bulunduğumuz dijital çağın doğurduğu sonuçlar olarak sayabiliriz. Yeteri kadar okumadığımız uluslararası araştırmaların verilerinde de görülüyor. Örneğin; OECD tarafından her üç yılda düzenli olarak yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programının (PISA) raporuna göre OECD ülkeleri arasında 36. Sırada yer alıyoruz. Bu üzerine düşünülmesi gereken ciddi bir konudur.
Öte yandan kitap fiyatlarının düşürülmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Kitap gönderi ücretlerini çok fazla buluyorum. Örneğin gönderilecek tek bir kitabın en düşük kargo ücreti 80 lira. Bu gibi konular her ne kadar küçük görünse de okuma oranları üzerinde etkisi büyüktür.
Hidayet Oktay: Yılmaz Ali için Manavgat ne anlatmaktadır?
Yılmaz Ali: Şimdi her şeyden önce Manavgat; doğası ve tarihi dokusuyla eşsiz bir kenttir. Bu güzel şehrin bir parçası olmaktan hep onur duymuşumdur. Benim için Manavgat demek; deniz, barajlar, ırmaklar yani suyla çevrili bir cennet olmakla beraber birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, tarihi bir mirasın kalbidir aynı zamanda. Dikkat ettiyseniz daha verimli toprakları ve Toros Dağları’nı saymadım bile. Sanatsal ve kültürel etkinliklerde de örnek olan bu kent, hayatımın en önemli parçalarından biridir.
Hidayet Oktay: Manavgat edebiyatı hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yılmaz Ali: Öncelikle bu güzel soru için teşekkür ediyorum. Bu kentin havasından mıdır suyundan mı bilinmez ama sanata zemin hazırlayan bir yanı var. Kentte altmışın üzerinde yazar bulunmakta. Kalemine saygı duyduğum çocuk edebiyatı yazarları ve şairlerin yanında çok değerli roman yazarlarımız da var. Üstelik tarihi, aşk, fantastik, bilim kurgu ve sosyal romanlar yazan arkadaşlarımız var. Ayrıca araştırmacı yazarlarımız ve akademik çalışmalar yürüten arkadaşlarımız da var. En önemlisi ise bu zenginliği harmanlayan sizin gibi değerli bir kütüphane müdürümüz var. Siz hayatını okumaya adamış gerçek bir edebiyatçısınız. Bugüne kadar birçok projeyi hayata geçirip sayısız ödüller aldınız. Bence kent edebiyatının en büyük zenginliği budur. Toparlayacak olursak Manavgat’ımız Antalya genelinde ortaya koyduğu eserlerle edebiyatta söz sahibi olmuştur. Bu başarıda emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Hidayet Oktay: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Yılmaz Ali: Söyleşi sorularını hazırlayan İlçe Halk Kütüphanesi müdürümüz Sn. Hidayet Oktay’a (ağabeyime) buradan teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Bildiğiniz üzere yaklaşık bir yıldır Manavgat’ın Sesi gazetesinde kentimizin değerlerini sanatseverlerle buluşturma gayreti içindeyim. Bugüne kadar onlarca söyleşi gerçekleştirdik. Ancak yazar arkadaşlarıma bir sitemim olacak. Hem burada yaşayan yazar, şair, ressam ve tiyatrocuları tanıttığımız hem de kent kültürüne katkı sağladığına inandığım bu köşemiz ne yazık ki Manavgatlı yazarlar tarafından yeterli ilgiyi görmüyor. Oysa her söyleşide bir arkadaşımızı ve eserlerini tanıtıyoruz. Kusura bakmayın ama bazı arkadaşlarım kendi söyleşilerine bile yorum yapmadılar. Oysa bizim birbirimizi desteklememiz gerekmiyor mu? Birbirimizin eksiği, hatası varsa düzeltmemiz gerekmiyor mu? Bu sitemi affınıza sığınarak yaptım.
Öte yandan köşemizi yakından takip edip bana özelden ulaşan onlarca Manavgatlı sanatsever dostumuz var. Onlara selamlarımı yolluyorum.
Kitapla kalın…
Saygılarımla
Yılmaz Ali