Merhaba sevgili sanatseverler. Köşemizin bu haftaki konuğu Solmayan Ümit isimli öykü kitabıyla Türk edebiyatına başarılı bir giriş yapan eğitimci yazar Prof. Dr. Sibel Yıldız oldu. Hocamızın akademik kariyeri saygıyı fazlasıyla hak ediyor ancak onun alçak gönüllüğü, samimiyeti ve karakteri sahip olduğu unvanın üzerindedir. Söyleşi teklifimizi kabul ederek köşemizi onurlandıran hocama gazetem ve şahsım adına teşekkür etmek isterim. Hocamızın Solmayan Ümit isimli kitabını severek okudum ve gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Hikayelerin kurgu olduğunu duyunca şaşırdım doğrusu. Çünkü okurda bıraktığı hissiyat gerçek yaşam öyküleri tadındaydı. Hocamı bu anlamda kutluyorum. Özellikle genç yazar ve yazar adaylarına Solmayan Ümit kitabını tavsiye ederim. Ayrıca hocamızın Anne Bebek Dergisi’nde yayınlanan yazılarını da keyifle okudum ve çok beğendim.

Sorularımızı samimiyetle cevaplayan Sibel Hocam, çok değerli bilgileri bizimle paylaştı. Verdiği istatiki bilgiler ve referanslar çok değerliydi. Hocamı kutluyor ve edebiyat yolunda başarılar diliyorum.
Yılmaz Ali: Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Merhabalar. Öncelikle nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Orduluyum. İlk orta ve lise tahsilimi Ordu’da tamamladıktan sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orman Fakültesi Orman Endüstri Mühendisliği Bölümüne kaydoldum. 1992 yılında lisans, 1995 yılında yüksek lisans ve 2002 yılında doktora eğitimimi tamamladım. Halen aynı bölümde akademik çalışmalarına devam etmekteyim. Evli ve bir çocuk annesiyim.
Yılmaz Ali: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Yazmaya pek çoğumuzun yaptığı gibi ortaokul yıllarında günlük tutarak başladım. O yıllarda okul gazetesi için hazırlamış olduğum bazı yazılarım da oldu. 2017 yılında “Bir Yıldızın Hikâyesi- https://gunesebakarken.blogspot.com” adını verdiğim bir blog sayfası açtım. Burada; bilim, kültür-sanat, edebiyat, teknoloji konu başlıkları altında içerikler üretmeye başladım. O gün bugündür çok sistematik bir şekilde ilerleyemesem de blog yazmayı sürdürüyorum. Blog sayfaları; yazma eylemini geliştirebileceğimiz, okuyarak güncelleneceğimiz, bilgi alıp bilgi verebileceğimiz seviyeli ortamlardan birisi. Kimilerimizin gizli, kimilerimizin ön bahçesi. Burada kendimizi mayalıyor, yeni hedeflere yelken açıyoruz. Diğer blogları tanıyor, kelime taşları ile aramızda sihirli köprüler kuruyoruz. Sürekli yazdığım bir başka platform ise Anne Bebek Dergisi. 2021 yılından bu yana söz konusu dergide “Yıldızlı Hikâyeler” adını verdiğim sütunda köşe yazarlığı yapıyorum.
İnsanı yazmaya iten pek çok sebep var aslında. Mağara duvarlarına çizilen ilk resimlerden bugünün dijital sayfalarına evrilinceye kadar kendimizi ifade etmenin yollarını aramışız hep. Var oluştan bu yana hiç değişmemiş bu refleks. “Yazma” her şeyden önce pek çoğumuz için bir çeşit şifalanma yolu, bir terapi hali bence. Yazarken, sözlü olarak ifade edemediklerimizi yazı vasıtasıyla dile getiriyor, bir bakıma kendimizi sağaltıyoruz. Yaşadıklarımızın ve dahi yaşayamadıklarımızın üzerimizde bıraktığı tesirle önce kabımızı dolduruyor, sonra boşaltıyoruz. Edindiğimiz bilgi ve tecrübeleri aktarma ihtiyacı duyuyoruz. Zamanın ötesine kendimizden izler taşıyan kalıcı bir eser bırakmak istiyoruz. Yazarken kendimizi yeniden keşfediyor, mevcudiyetimize anlam kazandırıyoruz bazen de kendimizden kaçma yolu olarak kâğıda kaleme, bilgisayar klavyesine sarılıyoruz.
Yılmaz Ali: Kaç kitabınız var? İsimleri nelerdir?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Solmayan Ümit adında yetişkinler için kaleme almış olduğum bir öykü kitabım var. İkinci öykü kitabımın da son hazırlıkları tamamlanmak üzere.
Yılmaz Ali: Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin, hangi ortamda kendinizi daha verimli buluyorsunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Önce tema seçer, bu tema üzerinde biraz beyin jimnastiği yaparım. Ön araştırma gerektiren bir yazı ise öncesinde konuyla ilgili okumalar yaparım. Akıcı ve sade bir dil kullanmanın okuyucunun işini kolaylaştırdığını düşünür, buna elimden geldiğince dikkat ederim.
Eğer öykü yazacaksam ilham gelsin diye beklemem. Bilgisayarın başına geçtiğimde kafamda sadece işleyeceğim konu olur. Bazen o bile olmaz. İlk cümle, derken ilk paragraf, ilk sayfa, kelimelerin sihrine, cümlelerin ritmine kapılır giderim. Yazdıklarımın mutlaka bir ritmi, bir melodisi, olmalı diye düşünürüm. Her okumamda o melodiyi duymaya çalışırım. Ritmi bozan kelimeler, aksayan cümleler varsa gereken müdahaleleri yaparım. Bazen ben yön veririm öyküye, bazen de karakterler alır götürür beni bir yerlere.
Yazarken ortamın sessiz olmasını tercih ederim. Etrafımda dikkatimi dağıtacak unsurlar olmamalı. Mekân değişikliği (oda, masa vs.) üretkenliğimi olumlu yönde etkiler. Trajik bir bölüm yazıyorsam eğer duygu yoğunluğu yüksek enstrümantal müzikler dinlediğim olur öyle ki dinlediğim bu melodileri bir yerlerde duyduğumda zihnen yazdığım o öyküye giderim. Yazarken belli aralıklarla molalar veririm. Defalarca başa döner sürekli düzeltmeler yaparım. Tamamen bitirdikten sonra da birkaç gün yazıyı demlerim. Sonra dönüp yeniden okurum. İzlediğim bu yol; hataları, eksiklikleri ya da fazlalıkları daha net bir şekilde görmemi sağlar. En sevdiğim kısım da iskelet ortaya çıktıktan sonra yazının cilalanıp makyajlandığı aşamadır. Yazarken akışın gerektirdiği zaman uyumuna ve imla kurallarına dikkat etmeye çalışırım. Bazen anlamını bildiğim/bildiğimi zannettiğim kelimeler için sözlüğü açıp baktığım olur. Çok da faydasını görürüm. Çalıştığım öykülerin özellikle sonuç bölümlerini nasıl toparlayacağıma dair ihtimaller, orijinal fikirler en çok açık havada yürüyüş yaptığım sırada aklıma gelir.
Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken gerçek yaşam öykülerinden etkileniyor musunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Öykülerimin tamamı kurgu. Ancak üretimlerimde okuduklarımın, öğrendiklerimin, gördüklerimin, dinlediklerimin, izlediklerimin, yaşadıklarımın ve hatta yaşayamadıklarımın bilinçaltımdan yansıyan tesirleri vardır mutlaka.
Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken duygu yoğunluğu yaşıyor musunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Karakterlerle ister istemez empati kuruluyor. İşin doğasında olan/olması gereken bir durum bu. Dolayısıyla duygu yoğunluğu elbette yaşıyorum. Kendimi çok kaptırmışsam eğer tansiyonumun çıktığı bile oluyor.
Yılmaz Ali: Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Yerli yabancı ilham alınası o kadar çok ki isim var ki, etkilenerek okuduğum güzel ülkemin, önemli üstatlarından bazılarının ismini sıralamam gerekirse eğer; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Ayfer Tunç, Şermin Yaşar…
Ayrıca dünya klasiklerini; Türk, doğu, batı, Rus klasik eserlerini, mümkünse yazarlarının (Dostoyevski, Victor Hugo, Tolstoy…) hayatı ile birlikte okumakta fayda var. Farklı birçok yazarı okuyup kendi özgün sentezimizi oluşturmak adına bu önemlidir diye düşünüyorum.
Yılmaz Ali: Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yoksa yazmak yetenek gerektiren bir iş midir?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Sadece yazmak bir yetenek değildir ama iyi yazmak bir yetenektir. Yazmak, salt kelimeleri bir araya getirip alt alta düzgün cümleler kurmak, paragraflar sıralamak değildir. Bu kadarı bir prospektüs yazarken, bir ürünün kullanım kılavuzunu hazırlarken yetebilir. Ancak edebi eser yazmaksa niyet; işin içerisine duygu, kurgu, hayal gücü de girer. Mantık çerçevesinde, estetik bir bütünlük içerisinde ve en önemlisi çarpıcı bir özgünlükle meramımızı anlatabilmemiz gerekir. Eğer yazdıklarımızla karşı tarafı etkileyebiliyorsak, hislendirip empati kurdurabiliyorsak, içsel sorgulama yaptırabiliyorsak, okumadan önceki halinden daha farklı hissettirebiliyorsak, hatta okurda bir yazma dürtüsü uyandırabiliyorsak yazmaya karşı kabiliyetimiz var denebilir. Şunu da unutmamak gerekir ki yoğun emek sarf edilip, kaliteli zaman harcandığında yazma hevesiyle birleşmiş küçük kapasiteleri geliştirmek pekâlâ mümkündür. Bu işte yetenek kadar kararlılık ve devamlılık da önemlidir. Günümüzde yazma atölyeleri, yaratıcı yazarlık eğitimleri, sanat merkezleri bu tür ihtiyaçları telafi etmede oldukça etkin kanımca.
Yılmaz Ali: Hobileriniz nelerdir?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Okumayı ve yazmayı neredeyse yaşam biçimi haline getirebildiğim için hobilerimden farklı bir yere koyuyorum. Bunun dışında seyahat etmeyi, müzik dinlemeyi, doğa yürüyüşü yapmayı, ailemle vakit geçirmeyi seviyorum.
Yılmaz Ali: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: İnsanların kapılarına üst üste kilit vurmadığı, betonlaşmanın bu kadar çok yaygınlaşmadığı, sosyal medyanın bizi çepeçevre kuşatmadığı bir neslin bireyi olarak çocukluğumu doya doya yaşadığımı söyleyebilirim. Evimiz denize yürüme mesafesindeydi. Yaz tatilinde annem, anneannem ve kuzenlerimle sık sık denize giderdik. Tertemiz sularda yüzer, saatlerce oynar, eğlenirdik. Denizden çıktıktan sonra evden getirdiklerimizi iştahla yemek ve anneannemin romatizmalı bacaklarına sıcak kum tepecikleri inşa etmek de unutamadıklarım arasında. O günleri çocukluğumun tasasız, doğal, masum, neşeli gözlerinden görüp yaşamanın tadı bir başkaydı.
Yılmaz Ali: Yazın hayatınızdaki hedefiniz nedir?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Daha nitelikli, daha özgün ve daha çok yazabilmek hedeflerim arasında. Bunları gerçekleştirebilirsem eğer, daha fazla insanın yüreğine dokunabilirim diye düşünüyorum.
Yılmaz Ali: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için neler yapıyorsunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Yazarken zaman zaman tıkanmak her yazarın karşılaşabileceği olası bir durumdur. Bazen en mükemmelini yazma baskısı, nereden başlayacağını bilememe kaygısı, dikkat dağınıklığı da tıkanıklığa neden olabilir. Bu tip durumlarda küçük molalar vermek, başka meşguliyetlere yönelmek, mekân değiştirmek iyi gelebilir. Zihinsel ya da bedensel yorgunluklarla ilgiliyse bir süre dinlenilebilir. Motivasyon kaybı yaşanıyorsa ilham verici okumalar yapılabilir. Ya da yazın türü değiştirilebilir.
Yazamıyorum deyip hemen pes etmek yerine günde birkaç cümle de olsa yazmaya gayret edilmelidir. Hatta konun dışına çıkıp “Bugün yazmakta güçlük çekiyorum çünkü…” diyerek yazmaya devam edilmelidir. Serbest yazma yöntemi zihindeki düğümleri çözmeye yardım edecektir. Unutulmamalı ki çoğu kaliteli yazı önce vasat bir taslak üzerine inşa edilir.
Yılmaz Ali: Türkiye’deki okuma oranlarının düşük olduğu söyleniyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Kitap okuma, bir insanın hem akademik hem de kişisel başarısını olumlu yönde etkileyen en temel unsurlardan birisidir. Günümüzde, dijital gelişmeler bilgiye erişimi oldukça kolaylaştırmıştır fakat bu durum bireylerin derin düşünme becerilerini kısmen engellemiş, odaklanma sürelerini sekteye uğratmıştır. Dolayısıyla görsel uyaranın çok olduğu bir ortamda özellikle günümüz gençlerine okuma alışkanlığı kazandırmak giderek zorlaşmaktadır. Bu zafiyetin giderilmesi için ailelere, eğitim kurumlarına, devlete önemli görevler düşmektedir. Ayrıca gençlere “eleştirel okuma”yı da öğretmek gerekmektedir. Eleştirel okuma; bireyin okuduğunu tartması, kendi bilgi birikimi ile sentezlemesi ve en doğruyu bulmaya gayret göstermesidir.
TÜİK ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncılar Birliği tarafından yapılan açıklamaya göre 15 yaş ve üzeri nüfus için, 2024’deki kitap okuma oranları pek iç açıcı değildir. Söz konusu araştırmadan elde edilen bulgular, ülkenin % 73’ünün kitap okumadığını göstermektedir. Kitap okuma süresi haftada ortalama 3 saat kadardır. En az kitap okuyan yaş grubu: 65 yaş ve üzeridir (% 14,1).
Kitap okuma oranın düşük olmasında pek çok unsur mevcuttur. Bilindiği üzere eğitim öncelikle aile ortamında başlar. Kitaplığı olan ve kitap okuyan aile bireylerinin olduğu bir evde kitap okuma kültürü yerleşmiş demektir. Böyle bir iklimde büyüyen çocuğa kitap okuma alışkanlığı kazandırmak çok daha kolay olacaktır. Kitaplar geceleri yatmadan önce uyku getirsin niyetiyle okunmamalıdır ve mümkünse en azından birkaçı kapalı raflarda değil göz önünde (masa üstü, sehpa üstü) çocuklarımızın, gençlerimizin her an ulaşabileceği yerlerde konumlandırılmalıdır.
Bunun dışında eğitim kurumlarında doğru ve hızlı okuma, okuduğunu anlama becerilerini güçlendirecek en etkin, en güncel metodolojiler tercih edilmelidir. Ayrıca öğrenciler araştırmaya teşvik edilmeli, öğretmen ve ders kitabı dışındaki diğer bilgi kaynaklarına yönlendirilmelidir. Kendi kendine öğrenmeyi öğreten bir eğitim-öğretim sistemi ile okuma alışkanlıklarının pekişeceği unutulmamalıdır.
Ülkemizdeki okuma alışkanlığının yeterince gelişememesindeki bir diğer neden ise işin ekonomik boyutudur. Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı okuyan kesimin kitap, gazete, dergi gibi kaynaklara ulaşımını sınırlandırmaktadır. Çoğunlukla yurt dışından ithal edilen kâğıt fiyatlarındaki önlenemez artış bu oluşumun en önemli sebeplerinden biridir.
İnsanların zaman yönetimi konusundaki eksiklikleri de kitap okuma süresini baltalamıştır. Oysaki mesai dışında evde, otobüste, metroda, uçakta kısacası boş zamanın olduğu her yerde kitap okuma fırsatı yaratılmalıdır.
Kütüphaneler yaygınlaştırılmalı, daha çekici hale getirilmeli, kitaplardan yararlanma konusunda her türlü kolaylık sağlanmalıdır. Benzer şekilde kitapların baskı kalitesi ve görsel estetiği de iyileştirilmelidir. Telif ücretleri artırılmalı, yazarların üretkenliği teşvik edilmelidir. Devlet, temel eserler olarak addedilen yerli ve yabancı kitapları kaliteli kâğıtlara basıp, düşük fiyata halka sunmalıdır. Kitap fuarları yaygınlaştırılmalı, kitap okuma alışkanlığının geliştirilmesi konusunda uluslararası kongreler, sempozyumlar, seminerler düzenlenmelidir.
Yılmaz Ali: Yeni yazarlara ve yazar adaylarına neler tavsiye edersiniz?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Yazmak için öncelikle çok okumak, çok iyi bir gözlemci olmak, çokça da yazma pratiği yapmak gerekir. Hatta biraz yaşanmışlık gerekir, kimilerine göre acıdan geçmek gerekir. Yazmak bir tutkudur. Yazı dili hata kabul etmez. Sözlü iletişimden daha zordur. İnce işçilik, sabır, sebat ister. Dedikleri gibi söz uçar ancak yazı yüz yıllarca kalır. Dolayısıyla genç-yaşlı; eski yeni fark etmeksizin kitlelere hitap eden yazarlardan; anlattıkları konu hakkında yeterli bilgi ve derinliğe sahip olmaları, hayatın içinde olmaları, etraflarında olup bitenleri dert etme duyarlılığına sahip olmaları, topluma ayna tutmaları, insanların yolunu aydınlatmaları, rol model olmaları ve üretimlerini tüm bunların sorumluluğunu alarak yapmaları beklenir.
Yılmaz Ali: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Prof. Dr. Sibel Yıldız: Dikkat edilirse okulda, evde ya da sosyal ortamlarda genellikle okumaya teşvik çok fazla yapılmakta ancak yazmaya aynı oranda vurgu yapılmamaktadır. Hâlbuki yazmak da okumak kadar erdemli bir meşguliyettir. Bu ülkenin okurlar kadar kaliteli yazarlara da ihtiyacı bulunmaktadır. Zira nitelikli yazınsal eserlerin ilham verici, ders verici, eğitici-öğretici yanları vardır. Bazı deneyimlerin, özellikle acı verici olanların bizzat yaşanması gerekmez. Okumak suretiyle tecrübeler güzelleştirilir. Dolayısıyla yaşanmış ya da kurgulanmış acı tatlı hikâyelerin mutlaka yazarlara, okurlara, anlatıcılara ve dinleyicilere ihtiyaçları vardır. Diğer taraftan nitelikli yazılı metinlerin doğuşu hiç kolay değildir. Gerçekten de ön araştırma, kurgu, yazım, basım, tanıtım gibi uzun soluklu, meşakkatli bir süreci kapsar. Bu noktada okuyucu da üzerine düşen sorumluluğu almalıdır. Bir başka deyişle aynı özenin okuyucu tarafından da gösterilmesi sadece “göz”le değil sağlıklı bir zihin ve açık bir “yürek”le okuma yapılması gerekir. Verilmek istenen bilgiyse bilginin, duyguysa duygunun alınması, ince mesajların sezilmesi, yerine göre eleştirel düşüncelerin geliştirilmesi, kaliteli olanın olmayandan ayırt edilmesi gerekir diye düşünmekteyim. Son olarak şunu söyleyebilirim ki özellikle yazmayı seven bu konuda yetenekli olduğunu düşünen gençler üniversite eğitimleri için tercihlerini edebiyat fakültelerinden yana kullanabilirler. Kendilerinden emin olamayanlar, yazma atölyelerine iştirak edebilir, yazdıklarını hocalarına, bilgi ve tecrübelerine inandıkları kişilerin onaylarına sunabilir, görüş alabiliriler. Edebiyat/öykü yarışmalarına başvurabilirler. Eğitimciler öğrencilerinin, aileler evlatlarının yeteneklerini keşfetmede ve önlerini açmada daha girişken ve daha farkındalıklı olabilirler. Zira severek yapılan iş her zaman başarı getirir. Konfüçyüs’ün de dediği gibi; “Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız.” İşini severek yapanların olduğu bir ülkede ise mutluluk, refah ve kalkınma olur.