Yılmaz Ali: Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ali Varol: Manavgat’ın Ahmetler köyünde doğmuşum. Ailem hayvancılık yapıyordu, ilkokuldan sonra onlara yardım etmek zorunda kaldım ve ortaokula gidemedim. Ailem beni okutamayacağını düşünüyor, çoban olmamı istiyordu. Okuma isteğim baskın geldi, dört yıl sonra evden kaçıp Aksu’da pamuk sulama işine girdim. Kazandığım para ile Aksu Öğretmen okulunda bir sene gündüzlü okudum. İkinci sene beni yatılıya aldılar. Okumak için gösterdiğim çabaları anlatan çocukluk anılarımı “Okuma Sevdası” adlı romanımda anlattım. Okul bitince yurdun çeşitli yerlerinde ve yurt dışında öğretmen olarak çalıştım. Emekliyim. Ahmetler köyünde bağ bahçe işleri ve arıcılık ile uğraşıyorum. Resim yapmak, yazı yazmak ve köy dışındaki yollarda yürüyüş yapmak için de zaman ayırmaya çalışıyorum.
Yılmaz Ali: Yazmaya ilk ne zaman başladınız? Sizi yazmaya iten duygu neydi?
Ali Varol: Yazmaya ilkokul öncesinde başladım. Beni yazmaya iten duygu sanırsam kendimi, yeteneklerimi tanıma merakıydı. Kendimi tanımak, yeteneklerimi açığa çıkarmak için çaba gösteriyordum. Nasıl oldu bu? Şöyle oldu: Toros dağlarının denize bakan güney yamaçlarında çam ormanı ve maki bitki örtüsü yer alır. Toprağı bol, düz yamaçlar ormanlarla, toprağı az, taşı kayası bol olan yerler makilerle örtülüdür. Makilik alanlar kayalık olduğu için tarım yapılmaz ama keçi beslemeye uygundur. Bizim köy de böyle bir yerde konumlanmış. Çocukluğumda köyde çok keçi beslenirdi. Ben bir yörük çocuğuydum. Oğlak güderken ya da oynarken makilerin arasındaki yüksek kayaların üstüne çıkar çevreyi gözetlerdik. Bu kayaların üzerinde taş kınası dediğimiz beyaz, pembe değişik renklerde likenler bulunur. Bu taş kınaları bir bıçak ucu ile kolayca oyulabilir. Üzerine resim yapılabilir, yazı yazılabilir. Benim ala saplı bir çakım vardı. (Okuma Sevdası ve Isırgan Otu adlı romanlarımda “bir yörük çocuğunun anıları” anlatılırken bu ala saplı çakıya da sıkça rastlıyoruz. Kahramanlarımızdan biri de odur.) Yitmesin diye çakı bağı ile belimdeki kuşağıma bağlamışlardı. Bu taş kınaları benim defterim, ala saplı çakı da kalemimdi. Kalbimde, kafamda ne varsa onların resmini yapardım. Güneş, ay, yıldız; oğlak, kuzu; anne, baba, kardeş, arkadaş… Yazmaya böylece resim yazısı ile başladım. Sonra okul açıldı, yazıyı öğrendik, resimlerin yanına Türkiye, Atatürk, Mustafa Kemal sözcükleri de eklendi. Bir de resimlerin altına Ali Varol sözcükleri kazındı. Niye yazıyordum bu yazıları acaba? Bunlar karın doyurmuyordu. Öyleyse niye? Kendini tanıtma, adını duyurma ihtiyacı o yaşlarda başlıyor muydu insanda? Bu taş kınalarındaki resimler yazıları görenler onlarca sene benden, Atatürk’ten söz ettiler. Sonradan bazı yazıların üzerini taş kınaları örttü. Bazıları halâ duruyor.
Ortaokul ve lisede yazı ve resimlerim duvar gazetelerinde sergilendi. Ben ilkokuldan sonra 4 yıl okula ara vermiştim. Ondan olsa gerek dersler bana kolay geldi. Ders dışı serbest çalışma saatlerinde arkadaşlar derse çalışırken ben öykü, roman okurdum. Bazen romandaki olayların akışına kendimi o kadar kaptırırdım ki olayların içine girerdim. Kahramanlardan birinde kendimi bulurdum. O zaman “Bu olaylara benzer olayları, duyguları ben de yaşadım. Ben de o olayları anlatabilirim.” diye düşünürdüm. Esinlenmek, ilham gelmesi böyle oluyor galiba. Böylece çok okuma alışkanlığım beni yazmaya yöneltti. Bir Yörük Çocuğunun Anıları’nı yazmaya lise yıllarında başladım. Mahmut Makal’ın Bizim Köy eserini okuduktan sonra ondan aldığım ilhamla köyümüzde yaşadığımız farklı, ilginç olayları, yaşam biçimini yazmaya başladım. Böylece köy incelemesi yapıyor, köyümüzü tanıtan yazılar hazırlıyordum. Okulda iken el yazısı ile iki dosya hazırlamıştım. Okul bitince İmece dergisinde birkaç yazım yayımlandı ama arkası gelmedi. Ben devamlı köylerde çalıştığım ve o zamanki iletişim olanakları yetersizliğinden yazılarımı yayınlatma olanağı bulamadım. Ama not almalar, okumalar kesintisiz devam etti; bir yaşam biçimi oldu.
Yılmaz Ali: Kaç kitabınız var? İsimleri nelerdir?
Ali Varol: Bitmiş romanlarım; HES Direnişi, Okuma Sevdası, Çocuk Oyuncağı, Arkadaşım Çocuk, Isırgan Otu, 2. Kyoto Sözleşmesi’dir. Bunun yanında Ali’nin Türkü Defteri, Bacasız Fabrika ve Aksi Bir Adam isimli öykülerimi tamamlanmıştır. Ayrıca Yörükler Yaylası ve Seferberlik Yılları isimli iki anı kitabım ve Bambus Arısı Üretimi isimli araştırma kitabım var.
Yılmaz Ali: Bitmiş eserlerinizden bitenleri neden bastırmadınız? Bu kadar eserin basılmayı beklemesi nedendir, bir açıklamanız var mı?
Ali Varol: İlk öykü kitabım basılınca şunun farkına vardım. Kitabımda farklı tarzda yazılmış, farlı konular işleyen öyküler vardı. Oysa benzer özellikleri olan öyküler bir araya toplanabilirdi. Öyle de yaptım. Dedelerimizin, ninelerimizin anlattığı anıları Seferbelik Yılları adında bir dosyada topladım. Yörüklerin yaşam biçimini Yörükler Yaylası başlığı altında biriktirdim. Eğitsel ağırlıklı öyküler Aksi Bir Adam dosyasında bir araya geldi. Güncel sorunlarımızı işleyen öyküler Bacasız Fabrika dosyasında yer aldı. Birkaç dosyanın basılacak kadar olması seneler alıyor.
Başka bir neden: Okuma Sevdası romanımı ilk yazınca 500 sayfalık bir dosya çıktı ortaya. 1950 – 1960 arasındaki on yılda bizim köyde olan yaşam biçimlerini, değişimleri, bakış açılarını anlatıyordu. Çok yoğun olan yenilikler, gelişmeler vardı. Birkaç olay birbirleri ile bağıntılı, örüntülü olarak gelişiyordu. Birkaç toplumsal sorun olaylarla beraber işleniyordu. 500 sayfalık roman uzun sayılırdı. Düzeltme, eleştiri için tanıdıklarıma vermeye çekindim. Tanıdıklarıma okutamazsam diğer okuyuculara nasıl okutacaktım ben bu uzun romanı? Bu düşünceden yola çıkarak romanı dört ayrı parçaya böldüm. Bazı bölümleri çıkardım. Yeni bölümler ekledim. Birbiri ile ilişkili, bağlantılı olan konu ve olaylar ayrı birer roman oldu. Basımın gecikmesinin zarar değil fayda getirdiğine inanıyorum.
Bir başka neden: Ben resim de yaparım. Şimdiye kadar Manavgat, Antalya ve Bolvadin’de 9 kişisel sergi açtım. Yazdığım kitapların kapaklarını kendim yapmak istedim. Çocuk kitaplarının bazılarının içinde resimler olsun istiyorum. Bunlar zaman alıyor.
Yılmaz Ali: Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin, hangi ortamda kendinizi daha verimli buluyorsunuz?
Ali Varol: Sabahları zihnim daha açık oluyor. Kahvaltıdan sonra ortam sessiz olursa birkaç saat yazıyorum. Geceleri herkes uyuyunca da sessizlik oluyor. O zaman da konulara yoğunlaşabiliyorum. Yeni yazılacak konular çoğunlukla kitap okurken aklıma gelir. Arkadaş sohbetlerinde, yolculuklarda sıradan olmayan farklı bir anlatıma rastlarsam, yazmaya değer bulursam not alır, iz sürerim. Bu iz sürme süreci gözlem, araştırma, inceleme şeklinde devam eder. Aynı konuyu ya da benzer konuları başkalarından da dinleyip ayrıntıları araştırırım. Böylece yeni bir öykü ya da roman konusu yakalamış olurum. Genelde yazmaya geçmezden önce yazılı kaynaklardan da bir araştırma inceleme yaparım. Söz gelimi Okuma Sevdası ve Isırgan Otu romanlarında yörüklerin yaşam biçimi anlatılıyor ilginç olaylar arasında. Bunları yazarken de bir ön araştırma gereksinimi duydum. Kolları sıvadım, ilkin kitaplıklarda bulunan bu konu ile kitaplara bir göz attım. Sonra bilgisayarın başına geçtim. “Türk yazınında yörüklerin yaşamı” yazıp genel ağda (internette) bir araştırma yaptım. Amacım neler anlatılmış neler anlatılmamış onu anlamaktı.
Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken gerçek yaşam öykülerinden etkileniyor musunuz?
Ali Varol: Yazılı sanat nedir? Çok beğendiğim bir tanım şöyle. “Yaşanmış olaylardan yola çıkılarak yaşanmış ya da yaşanmamış bir olayı, duyguyu, düşünceyi yaşanmış gibi anlatmaktır. Benim yazdığım öykü ve romanlarda genellikle yaşanmış bir olayla yola çıkılır. Olaylar içinde bir toplumsal sorun gündeme gelir. Sıradan olmayan, farklı, çarpıcı olaylar içinde bu sorunun nedenleri araştırılır, çözüm yolları aranır. Aşamalarda giriş, gelişme, sonuç sırasına uyulur. Biraz gerçek biraz düş gücü biraz da felsefe karıştırılır, harmanlanır. Bir benzetme yapalım: Bir ressam manzara resmi çalışıyor. Karşıda gördüğü derenin, ağaçların, değirmenin resmini yapacak. Değirmen o anda boş. Önünde kimse yok. Ne eşeğine un yükleten köylü var, ne de derede balık tutan çocuk var… Oldu mu ya? Ressam eşek yükleten adamı da, balık tutan çocuğu da uygun yerlere yerleştiriveriyor. İyi de ediyor. Ben de resimlerimde, öykü ve romanlarımda buna benzer değişiklikler yapıyorum. Olayları ya da görüntüleri olduğu gibi değil de olmasını istediğim gibi aktarıyorum.
Yılmaz Ali: Kitaplarınızı yazarken duygu yoğunluğu yaşıyor musunuz?
Ali Varol: Var olandan yola çıkarak olanı ya da olmayanı olmasını istediğim gibi anlatmak çok kullandığım bir yöntem. Bu bilinçli bir yazma yoludur. Uzun zaman alır. Her zaman böyle bilinçli, planlı yazmam. Bazen bir esinti bir duygu seli gelir, alır götürür beni bilinmezlere. Nereye gittiğimi ben de bilmem. Böyle bilinmezlere yapılan yolculuklar beni de şaşırtır. “Nereden çıktı şimdi böyle garip bilinmezlere yolculuklar? Yaşamak isteyip de yaşayamadığım olayları, duyguları düşlerimde yaşayıp kendimi rahatlatmak için bilinçaltının bana bir oyunu mu bunlar? Yoksa bilinçaltında baskılanan bazı olayların, duyguların, düşüncelerin açığa çıkması mı?” diye sorarım kendime. Bu olasılık beni rahatlatır. Çünkü bu bilinmezlere yolculukları yazdıktan sonra sorunlarımı bir yakınıma anlatmış gibi rahatlarım. İçimdeki bazı ağırlıkları boşaltmış, hafiflemiş gibi olurum. Bir oyun oynamış, oyunu kazanmış gibi bir duygu yaşarım.
“Babaannenin Tableti” adlı öyküde böyle bir durum anlatmışım. 2. Kyoto Sözleşmesi’nde de bilinmezlere yapılan düşsel yolculuklar anlatılır.
Bu tür anlatımları önceden gözlem, araştırma, ön hazırlık yapmadan anında gelen bir ilham bir esinti anında yazarım. Böylesi anında yazılmış yazılarım bezen yalnız başına bir öykü olur bazen de planlı, kurgulu anlatımlarda yerini alır.
Yılmaz Ali: Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz?
Ali Varol: Arkadaşlarımla oyun oynamayı tabi ki. Oyun sırasında bazen bozuşur, sonra uzlaşırdık. Yanlış yapan kendi yanlışını da görürdü. Arkadaşlarımızı, onların yeteneklerini görürdük. Daha önemlisi oyun içinde kendimizi de tanır, yeteneklerimizi geliştirmek için çaba gösterirdik. Anlaşmazlık sırasında “Karşıdakinin yerine kendini koy, yeniden bir kere daha düşün!” sözünü kulağımıza küpe yapmıştık. Küslük tutmazdık. Oyunlar bizi yaşama hazırlardı. Çocuk olmak çok güzeldi. Bana göre biz şimdiki çocukların çoğundan daha şanslıydık. Yediğimiz yemekler daha lezzetli olurdu. Çünkü acıkırdık. Uykumuz daha deliksiz olurdu. Çünkü yorulurduk.
Yılmaz Ali: Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?
Ali Varol: Aksu Öğretmen Okulunda köy enstitüleri yıllarından kalma güzel bir kitaplığımız vardı. Yerli yabancı bütün edebi eserler bulunurdu. Kitaplığa haftalık, aylık edebiyat dergileri de gelirdi. Bu dergilerden Kırkgöz ve Varlık dergilerini iyi hatırlarım. Varlık dergisinde Tolstoy’un “Çok Toprak Şart Mı Adama” başlıklı öyküsü beni çok etkilemişti. Oradaki öykü kahramanı Pohom’un sonu unutulacak gibi değildi. Öykünün yazarı Tolstoy’un diğer eserleri, diğer rus yazarlarının eserleri ve Rönesans dönemi Avrupa’da yazılmış klasikler okuma listeme eklendi. Don Kişot, Gulliver unutulabilir mi? Jules Verne eserleri aya gitmenin, deniz altına inmenin ilk kapılarını açmadı mı? Okuduğumuz “Sefiller romanının filmi gelmiş Antalya’ya” dediler. Dolmuş parası olmayan arkadaşlar bir Pazar günü “Ver elini Antalya” deyip yaya olarak film izlemeye gittik. Cumhuriyet dönemi ilklerinden Reşat Nuri, Refik Halit, eserlerini severek okumuştum. Yakın dönem yazarlarından Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal eserlerinden etkilenmiş olabilirim. Söz gelimi “İnce Memed” zor durumda kalınca evlerinden kaçmış. Ben de zor durumda kalınca evimizden kaçmıştım. Bu benzerlik benim yazma tarzımı etkilemiş olabilir. Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” eserini okuyunca köyümüzdeki olağan dışı olayları, yaşam biçimini anlatıp bir köy incelemesine başlamıştım. Doğu kökenli Cengiz Aytmatov ve Samet Behrengi’nin eserlerini de severek okudum ve etkilendim. Samet Behrengi’nin eserlerini çeviren Azeri yazar Anooşhirvan Milandji’nin “Filozof Meşe, Saman Adam” gibi çocuk kitaplarını da beğeniyorum. Masallardan da söz edelim. Eflatun Cem Güney, Naki Tezel, Pertev Naili Boratav derlemeleri, Binbir Gece Masalları, Doğudan Beydaba’nın Kelile ve Dimne’si Batıdan Grim Kardeşler, Andersen, Ezop masalları bizim ufkumuzu genişleten, düş gücümüzü artıran eserlerdi. Bu masalların bazılarından esinlenen bilim adamları yeni buluşlar bile yapmaktadır. Açıl Susam Açıl ile günümüzde kullanılan ses ile kumanda arasında bir akrabalık olamaz mı? Alaaddinin lambası ile günümüzde konuşulan, ileride kullanılması olası ışınlama tekniği arasında bir benzerlik yok mu sizce? Sinbat’ın uçan halılarına benzeyen dronların yakında balkonlarımıza gelip konması olası değil mi?
Yılmaz Ali: Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yoksa yazmak yetenek gerektiren bir iş midir?
Ali Varol: Emek ürünü bilgiler, birikimler başka insanların faydasına olacaksa yazılması ve paylaşılması yerinde olur. Ancak sanat ürünlerinde bana göre durum biraz farklıdır. Bir tanıma göre sanatçı şöyle tanımlanmış. Emeğini kullanarak işini yapan insana işçi denir. Emek ve bilgisini kullanarak işini yapana usta denir. Emeğini, bilgi ve yüreğini kullanarak işini yapan kişiye sanatçı denir. Yazılan kitabın sanat eseri olması için yazarın sanatçı olması gerekir. Bu soruya benzer bir soru da ben sorayım ve cevabını beraber verelim. Herkes türkü söyleyebilir mi? Benim cevabım: Söyler ama dinleyeni olur mu onu söyleyenin sesi belirler. Kendini tanıyıp kendinde yetenek olduğunu anlayan arkadaşlarımızın ara vermeden okuması, çalışması gerekir.
Yılmaz Ali: Hobileriniz nelerdir?
Ali Varol: Okuma Sevdası ve Isırgan Otu romanlarımda tanıttığım ala saplı çakı benim el yeteneklerimin gelişmesinde bana yardımcı oldu. Aksu Öğretmen okulunda köy enstitülerinden kalma iş, resim, müzik atölyeleri yeteneklerimin daha da açığa çıkmasına ortam hazırladı. İş dersinde saz, keman, arı kovanı yaptım. Yaz tatilinde okulda kalan çocuklara iş vermişlerdi. Okul binalarını yeni yıla hazırlamak için bozuk yerlerini düzeltme işine okul özel sermayesi gündelik ödemişti. Orada hem okul harçlığımı kazandım hem duvar örmesini, sıva yapmasını, boya, badana işlerini iş içinde eğitim – eğitim içinde iş yöntemiyle gördüm, öğrendim. Köyde oturduğum evin ilk duvar, sıva, badana işlerini babamla, kardeşlerimle beraber yaptık. Arıcılık yaparken kovanlarımın büyük kısmını kendim yaptım. Elim alet kullanmaya, iş yapmaya alıştığı için sonradan kaynak yapmasına da alıştım. Elektronik konusuna merak sardım, o yıllarda geçerli olan radyo, teyp tamir dükkânı açtım. Köyde komşuların elektik, elektrikli aletler sorunu olunca ilk danışma bana olur. Şu günlerde yazı yazmadan zaman artarsa resim yapıyorum. Resim, iş, yazı… Üretmekten keyif alıyorum. Bu arada köy dışındaki yollarda yürüyüş yapamaya da zaman ayırmaya çalışıyorum.
Yılmaz Ali: Yazın hayatınızdaki hedefiniz nedir?
Ali Varol: Ben yaptığım işten keyif alıyorum. Doyum sağlıyorum. Yazmak ve resim yapmak hatta yaptığım öteki işler beni dinlendiriyor. Kimileri zaman geçiremiyorum, canım sıkılıyor diye hayıflanıyor. Bana zaman yetmiyor. Hedef? Topal karınca hesabı gidiyorum. Hedefi okuyucularım, sanatseverler belirler. Eğer eserlerimden birini okuyan okuyucu öncesine göre kendinde bir fark hissederse ben hedefime ulaşmışım demektir. Eğer yarıya kadar su konmuş bardağın yarısının dolu olduğunu anlatabilmişsem ne mutlu bana.
Yılmaz Ali: Yazarken zorlandığınız dönemler oluyor mu? Oluyorsa o dönemi aşmak için neler yapıyorsunuz?
Ali Varol: Oluyor. Öyle durumlarda kendimi zorlamam. Zorlama ile, istenmeden yapılan iş verimli olmaz. Öyle durumda farklı bir iş yaparım. Okuma, müzik, yürüyüş… Bazı hastalıkların ilacı zamandır. Bir de insanların eşref saatleri vardır. Sorunu çözmek için eşref saatimin gelmesini beklerim.
Yılmaz Ali: Türkiye’deki okuma oranları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ali Varol: Toplumlardaki yenilikler ateş gibi su gibidir. Faydalı da olabilir, zararlı da. Teknolojik gelişmelerin insanların işlerini kolaylaştıran faydaları yanında bilinçsiz kullanma sonucu çevre kirliliği ve iklim değişimine neden olduğu olguları yaşıyoruz. Aynı şekilde yanlış kullanım sonucu insanlarımızın, çocuklarımızın zamanını çalan telefonlardaki oyunlar okuma alışkanlığımıza olumsuz etki yaptı. Türkçede “iki adım ileri, bir adım geri” diye bir söylem var. Harf devrimi öncesi yok olan okuma alışkanlığı devrimden sonra ivme kazandı. Hızla çoğaldı. Akıllı telefondaki oyunlar bunu önledi. Okuma oranı azaldı. Yani iki adım ileri bir adım geri temposuna uyuldu. Kısa süre sonra tekrar iki adım ileri temposunu yakalayacağımızı umuyorum. Bir adım geri adımının bazı moda uygulamaları gibi geçici olacağını düşünüyorum. Söz gelimi benim öğrenim gördüğüm yıllarda evlerin oturma odalarına birer vitrin konur, içinde cicili bicili bardaklar, çiçekli tabaklar sergilenirdi. Mantıksız, saçma bir moda akımıydı. Şimdi herkesin bardağı da tabağı da mutfaktaki dolabında yerini aldı. Bilinçli insanlar mantıksız modaların zararından kendilerini kısa zamanda kurtarır. Okuma alışkanlığını çoğalması için nitelikli, kaliteli çocuk kitaplarının çoğalması gerekir diye düşünüyorum. Okuma oranının düşmesine neden olan etkenlerden biri de eğitim sistemimizdeki yozlaşmadır. Eğitim sistemimize yön veren bir üniversite profesörü: “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Türkiye’nin geleceği için cahil nesil lazım” diye konuşmuş. Eğer bu söz doğruysa yöneticilerimizden bazıları olaya böyle bakarsa okuma oranının yükselmesi beklenebilir mi?
Yılmaz Ali: Yeni yazarlara ve yazar adaylarına neler tavsiye edersiniz?
Ali Varol: Doğal olan herkesin kendine özgü bir yolu, yöntemi olmasıdır. Bu zaman içinde gelişip oluşacaktır. Örneğin benim yazma alışkanlığım ortaokulda günlük tutmak ve anılarımı yazmakla başladı. Öğretmenliğim sırasında yazmak istediklerim her şeyi bir kâğıda not aldım. Emekli olunca klavyenin başına geçtim, yazmaya başladım. İyi bildiğim konularda yazıyorum. Neyi iyi biliyorum? Bir yörük köyünde doğup büyüdüğüm için yörüklerin yaşam biçimini iyi tanıyorum. “Okuma Sevdası, Isırgan Otu romanlarında yörük yaşam biçiminin ayrıntılarına inmeye çalıştım. Öğretmen olduğum için çocukları iyi tanırım. Arıcılık yaptığım için arılarla arkadaşlığım var. Çocuklarla arılar arkadaş olabilir mi; onu düşündüm, kurguladım, denedim. “Arkadaşım Çocuk” romanında iyi bildiğim konulardan çocuklarla arıların arkadaşlığını anlattım. Böylece çocuk kitapları yazmaya yönelmiş oldum. Neden çocuk kitapları yazmaya yöneldim? “Çocukları okumayan bir toplumun yetişkinleri okumaz” düşüncesi beni bu alana yönlendirdi. Bir başka görüş de şöyle: “En iyi kitaplar, büyükler için çocuk dilinde yazılan kitaplardır.” Bu tanım bana çok mantıklı geldi. Böyle nitelikli bir kitap yazabilmem için nereden başlamam gerektiğini tekrar araştırdım. İlkin nitelikli çocuk kitaplarının özelliklerini inceledim. Tanınmış yerli ve yabancı çocuk kitaplarına bir göz attım. Anladım ki çocuk kitapları çocuğa göre olmalı. Çocuğun anlama seviyesi, gelişim basamakları göz önüne alınmalı. Söz gelimi kısa ve kurallı cümleler kolay anlaşılır. İçinde yan cümlecikler bulunan uzun cümleler, devrik cümleler zor anlaşılır. Öyleyse sade duru bir dil kullanmalıyım. Çocuğun sözcük dağarcığını (kelime haznesini) göz önünde bulundurmalıyım. Türkçesi varsa yabancı sözcük kullanmamalıyım. Anlaşılması zor olan atasözü, özdeyiş ve deyimleri ölçülü kullanmalıyım. Soyut kavramlar zor, somut kavramlar kolay anlaşılır. Buna da dikkat etmeliyim. Anlaşılması kolay olacak şekilde yazıyorum, yetmez. Akıcı, eğlendirici olaylarla süslemeliyim. Sürükleyici olması için giriş bölümünde merak uyandıran çelişkiler, sorular olmalı. Hadi bunlar da uygun şekilde yerini buldu, yetmez. Çocuğun içinde yaşadığı toplumun ahlâk, gelenek ve kültürüne ters düşmemek gerek. Bunlara benzer daha bazı kurallara uyulmazsa yazılanlar “çocuğa göre” olmaz.
Ben öğretmen kökenli olduğum için zaten çocukların anlayacağı düzeyde anlatmaya önceden alışkındım. Anlatım yanında yazılarımdaki bakış açısı da önemli idi. Olaylara olumlu, iyimser bir pencereden bakmalıydım. Benim yazılarımı okuyanlar yarısına kadar su olan bir bardağın “yarısının dolu” olduğunu görmeliydi. Kötü, yanlış örnekler yerine iyi, doğru örnekler vermeliydim. Kötü örnek vermek zorunda kalsam bile “temizlediğim derenin faydası ürküttüğüm kurbağaya verdiğim zarardan fazla olmalıydı.” Toplum sorunları, çevre kirliliği, diğer güncel sorunlar beni ilgilendiriyor. Herkesi ilgilendirmeli. Sorgulayan, düşündüren bazı konular da çorbada tuz misali yazılarıma konuk olmalı. Çocuk kitaplarına da girmeli. Söz gelimi masalsı bir anlatım olan Arkadaşım Çocuk romanında çocukla arkadaş olan bir yaban arısı ile tanışırız. Bu arı çevre kirliliği konusunda bencil insanları eleştiriyor ve Kızılderili atasözlerini gündeme getiriyor. Çocuk Oyuncağı romanında düş kuran, kurdukları düşü gerçekleştirmek için mantıklı yollar arayan, çaba gösteren çocuklarla tanışıyoruz. Hazırcılık, kolaycılık gibi tembelliği seven insanlar yanında çalışmaktan, üretmekten, yeni bir eser yaratmaktan doyum sağlayan kişiliklerle (karakterlerle) karşılaşıyoruz. Başarıya ulaşabilmek için duydukları, bildikleri ile yetinmeyen; gözlem, deney yollarını da kullanan çocukları görüyoruz. Yani romanımızda, öykümüzde; çalışmayı seven, üreten, üretmekten zevk alan, oyun oynamış gibi doyum sağlayan aynı zamanda kendinden başkasını da düşünen, sorgulayan, eleştiren, yanlış görünce susmayan; tepki gösteren karakterler de yer alıyor.
İşin özü, çocuklar için yazmak yetişkinler için yazmaktan daha çok çaba gerektiriyor. Bana da çocuklar için yazmak isteyen arkadaşlarımıza da kolay gelsin.
Yılmaz Ali: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ali Varol: Özdeyişlerinden birinde “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” der büyük Atatürk. Bu bilinçte olan kentimizdeki yetenekli ve duyarlı arkadaşlarımız yazılarıyla, resimleriyle kültürümüze katkıda bulunuyorlar. Onlara destek olmanın, onları teşvik etmenin en iyi yolu onları tanımak ve tanıtmaktır. Hidayet Oktay ve Yılmaz Ali arkadaşlarımız Manavgat’taki sanatçı arkadaşlarımızın tanıtımında büyük çaba gösterdiler, kendilerine teşekkür ediyorum. Ayrıca Manavgat Sanatçılar Derneği olarak etkinlikler düzenlenmesinde emeği geçen Şerif Ali Dönmez, Saide Mersin ve diğer arkadaşlarımızın da çabalarını övgüye değer buluyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar. Saygılarımla.
Yılmaz Ali: